Wednesday, December 31, 2008

Rum'dan katliam itirafı

15 Şubat 2005 Salı
Rum yazar Haralambos,
"1919 yılında Avrupalı ülke temsilcilerinin yaptığı incelemeye göre, silahsız ve sivil insanların katledilmesi önce İzmir ve Bergama'da meydana gelmiş ve bu katliamlar Türkler tarafından değil, Yunanlılar tarafından gerçekleştirilmiştir" dedi.

Rum Yönetimi'nin Türk düşmanlığını gözler önüne seren ve 5 Aralık tarihli resmi gazetede yayınlanan yasaya bugüne kadar en sert tepki Cumhurbaşkanı Denktaş ve Rum yazar Lukas Haralambos'dan geldi. Cumhurbaşkanı Denktaş, yeni yıl mesajında söz konusu yasanın tam metnine yer vererek, "bunlarla mı ortaklık kurulacak?" derken, Rum yazar Lukas Haralambos da Sunday Mail gazetesinın 28 Aralık 2003 tarihli sayısında yayınlanan "This foolish campaign was nothing to be proud of" (bu aptalca kampanya gurur duyulacak bir şey değil) başlıklı yazısında, Rum meclisinden çıkan yasayı sert bir şekilde eleştirerek, Rum Yönetimi'nin bu tür tavırlarla Kıbrıslı Türklere asla güven veremeyeceğini ortaya koydu.Lukas Haralarnbos'un yazısının geniş özeti şöyle:"Geçen Pazar Politîs gazetesinden, iki meslektaşımız benim bilmediğim bir gerçekten bahsetmişlerdi. Ben bugün bu sütunda daha önce de değinilen iki hususa temas edeceğim. Çünkü yeni kanıtlar vardır. Kıbrıs'ın siyasi hayatı bir kumarhaneden farksızdır ve daha da önemlisi bugün bizi yönetenler Tasos Papadopulos ve Hristofyas, ülkeye tehlike yaratacak şekilde sorumsuzca hakaret ediyorlar.

5 Aralık tarihli resmi gazetede, 14 Eylül'de Temsilciler Meclisi'nde oybirliği ile kabul edilen ve Papadopulos tarafından hemen imzalanan bir yasa yayınlandı. Yasa "14 Eylül gününü Anadolu Elenizmini ve Anadolu Felaketini Anma Günü" olarak ilan ediyor. Gerekçesi de şöyle: "Kıbrıs Elenizmin ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye'nin değişmez politikası Elenizmi zamanla ortadan kaldırmaktır. Dolayısı ile Yunan ulusunun tarihinin resmi olarak tevsik edilmesi Türk yayılmacılığına bir cevaptır. Buna benzer bir yasa 5 yıl önce Yunan parlamentosunda oylandı. Fakat politik dirayeti daha yüksek olan Cumhurbaşkanı Costis Stefanopulos tarafından imzalanmadığı için yürürlüğe girmedi. Ben burada Anadolu'da girişilen çılgınca harekete değinmek istiyorum. Her şeyden önce bu harekat îzmir ve Pontus Rumlarının felaketi oldu ve bugün hala acısını çekiyoruz. Milletvekillerimiz tarafından tarihi olayların saptırılması konusunda da yorum yapmayacağım. Sadece şunu hatırlatmakla yetineceğim ki yukarıdaki yasada bahsedilen yayılmacılığı yapmaya çalışan Türkler değil Yunanlılardır.

Ev ödevlerini iyi yapmadıkları ve tarih cahili oldukları için katliamlardan bahsederken daha dikkatli olmaları gerekir. Çünkü 1919 yılı yaz aylarında dört Avrupalı ülkeden temsilcilerin Anadoluda yaptığı incelemeye göre, silahsız ve sivil insanların katledilmesi önce îzmir ve Bergama'da meydana gelmiş ve bu katliamlar Türkler tarafından değil, Yunan Birlikleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Yunanlıların Anadolu harekatı yasa yaparak hatırlanacak değil, hakiki Yunanlıların utanç duyacağı bir harekattır. Lukas Haralambos yazısında daha sonra, bu yasanın geçirilmesini eleştirerek şöyle diyor. "Ve şimdi biz Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türklerin de devleti olduğunu nasıl söyleyeceğiz. Bu yasayla Denktaş'a şunları söyleme fırsatı vereceğiz: Bakınız işte gördünüz mü? Ben mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti bir Rum devletidir demedim mi? 200 bin Türkün yaşadığı bir ülkede böyle bir anma günü ilan ederek, Kıbrıslı Türklerin Anavatanını soykırım suçlusu ve katil ilan ediyorlar. Ve bizden böyle bir günü anmamızı istiyorlar. Parlamentoları ve Cumhurbaşkanları bu ülkeyi dolayısıyla bizi de Yunan milletinin bir parçası sayarken, bizimle bir ortaklık kurmak isteyeceklerine inanır mısınız?"

Yasanın yayınlanmasından 14 gün sonra 19 Aralık'ta AKEL ileri gelenlerinden Eleni Mavro Fileleftheros'a verdiği bir mülakatta Türklere karşı tutumuyla ilgili olarak şöyle diyor:"Türklere karşı niyetimizde ne kadar inandırıcıyız. Sanırım Türklere karşı vermek istediğimiz mesajların istediğimiz şekilde algılanması için kısa ve uzun vadede yapacaklarımız üzerinde daha çok düşünmemiz gerekir." (Yeniçağ)
http://www.turkatak.gen.tr/index.php?option=content&task=view&id=56&Itemid=2

Rum itirafı:Rum Yunan ortak savunma doktrini soldu
A.A.

Kıbrıs Rum yönetimi Savunma Bakanı Kostas Papakostas, Güney Kıbrıs ile Yunanistan arasındaki ortak savunma doktrininin, “son birkaç yıldır solduğunu” söyledi.Rum basın haberlerine göre Papakostas, Rum radyosuna (RİK) yaptığı açıklamada, ortak savunma doktrininin “oy kapma amaçlı” kullanıldığını savundu. Rum Bakan, doktrini, “aslında pratik uygulaması olmayan bir seçim öncesi gösteri hareketi” olarak nitelendirdi.Güney Kıbrıs ile Yunanistan tarafından ortaklaşa yapılan tatbikatlara Yunan uçak ve gemilerinin katılımının “gösteri hareketi mi olduğu” yönündeki bir soruya ise Papakostas, bu tür tatbikatların “ortamı bozma ve çatışma havası yaratmaktan başka bir işe yaramadığını” söyledi.

Papakostas, “bugün geçerli olan şeyin Güney Kıbrıs ile Yunanistan arasında tam bir savunma işbirliği olduğunu” ifade etti. Rum Savunma Bakanı ayrıca, “adada yeni bir askeri kriz olması durumunda Yunanistan'ın tepkisiz kalacağına inanan kimsenin bulunmadığını” sözlerine ekledi.ESKİ SAVUNMA BAKANINDAN YANIT: “SİZ ÖLDÜRDÜNÜZ”Rum kesiminde Glafkos Klerides'in yönetimi sırasında savunma bakanı olan Sokratis Hasikos, Papakostas'ın söz konusu açıklamasına sert tepki göstererek, Rum-Yunan ortak savunma doktrininin, önceki Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulos ile AKEL hükümeti tarafından “öldürüldüğünü” savundu.Hasikos, ortak doktrinin “gereksiz olduğu” şeklindeki görüşlerin sorulması üzerine ise “Doktrin ile askeri alanda neleri başardığımızı ve Yunanistan'dan kimleri ve hangi teçhizatı aldığımızı söylemeye yetkim yoktur” dedi.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/10016709.asp
http://tr.greekmurderers.net/index.php?option=com_content&task=view&id=1869&Itemid=1 http://www.hurriyet.com.tr/dunya/10016709.asp

Monday, December 29, 2008

Çanakkale'de Almanların Niyeti

Çanakkale'de büyük bir zafer kazandık ama Çanakkale'de kaybettiğimizin 10'da biri ile Türk neslinin hayatını, vatanını ve bağımsızlığını kurtardık. Dolayısıyla Çanakkale'deki kaybımız normal değildir, normal üstüdür, aşırıdır.

Doç. Dr. İsmet GÖRGÜLÜ
ANKARA, 17 Mart 2007 Cumartesi


Çanakkale Zaferi ile övünürüz. Hakkımızdır. Bu zafer için verdiğimiz normal üstü insan kaybımızla da üzülürüz. Üzülürüz ama genelde bunu savaşın bir gereği gibi görür ve kabulleniriz. Acaba bu savaş, verdiğimizden daha az insan kaybı ile sonuçlandırılamaz mıydı veya neden bu kadar fazla insan kaybettik, gibi soruların üzerinde durmayız. Bunun hesabını sormayız.8,5 ay süren Çanakkale Muharebeleri'nde, yaklaşık 4 yıl süren Kurtuluş Savaşında kaybettiğimiz insanın 10 katını kaybettik. Çanakkale'de büyük bir zafer kazandık ama Çanakkale'de kaybettiğimizin 10'da biri ile Türk neslinin hayatını, vatanını ve bağımsızlığını kurtardık. Dolayısıyla Çanakkale'deki kaybımız normal değildir, normal üstüdür, aşırıdır.Aşırı insan kaybımıza sebep de, Çanakkale Muharebeleri'nde Türk ordusunun içinde yer alan az sayıdaki Alman komutanlar ve başta bu muharebeleri yöneten Alman Ordu komutanıdır. Alman komutanlar zaferin bedelini ağırlaştırmışlardır.

Türk ordusunun daha fazla kayıp vermesine sebep olmuşlardır. 5. Ordu Komutanı Alman Liman Paşa, uyguladığı savunma şekli ile, Gelibolu Yarımadası'nı, üzerine arıların üşüşmesini sağlayacak bal peteğine çevirmiştir. Karşılığında yarım milyon İngiliz, Fransız askerini bu petekte tutmuştur ama bunun bedelini Türk'e kanıyla ödetmiştir.Liman Paşa'nın Türk komutanların hazırladığı savunma planını değiştirerek, düşmanın kıyıya çıkmasına imkan vermesi ve sonrasında da Alman tümen ve kolordu komutanlarının hiçbir taktik esasla bağdaşmaz şekilde, olur olmaz, gece gündüz, sık sık karşı taarruzlar yaptırmaları, Türk'ün aşırı kayıp vermesinin esas nedenidir.

Çünkü bu karşı taaruzlar düşman makinalı tüfeklerinin biçici ateşlerine karşı yapıldı. Her bir karşı taarruz 5-10 bin Türk'ü alıp götürdü. Çanakkale'de taarruz eden düşman olmasına rağmen, Türk ordusu düşmandan 4-5 kat fazla taarruz etti.Türk ordusu Türk komutanların hazırladığı savunma planı ile bu muharebeye başlasaydı, "Çanakkale" birinci günde "18 Mart"ta ki gibi, İngiliz ve Fransız'ın yenilgisi ile sonuçlanırdı. Böyle olunca da Suriye-Filistin ile Irak cephelerinden kuvvet çekmeye, Kafkas cephesinin zararına düzenlemeler almaya gerek kalmaz ve bu cephelerdeki kuvvetler zayıflamamış olurdu. En önemlisi de, on kere Türk Kurtuluş Savaşı yapacak sayıda kayıp verilmemiş olunurdu.

ALMANLAR'IN NİYETİ

Alman'ların Çanakkale Muharebeleri'nde güttükleri niyeti, belgelerde, kaynaklarda açık olarak görmeyi beklememek gerekir. Çünkü bir devlet diğerine karşı gerçek niyetini genelde örter, anlaşılmamasını ister. Bu ancak uygulanan politikaların analizi ile ortaya çıkarılabilir. Örneğin; Birinci Dünya Savaşında Almanya'nın Türkiye'yi sömürge yapmak istediğini, Alman belgelerinde göremiyoruz. Ancak o dönemi yaşayanlardan ve analiz yeteneğine sahip olanlardan; Atatürk, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Ali İhsan Sabis gibi; öğreniyoruz ki Almanya Türkiye'yi sömürgesi yapmak istemiştir. Savaş içinde Türkiye'ye yönelik uygulamaları da bunu doğrulamaktadır."Çanakkale" deki niyetlerini de uygulamalarını irdeleyerek belirleyeceğiz. Asıl irdelemeyi bir sonraki maddede yapacağız ama burada birkaç nokta üzerinde duralım ve niyetlerini ortaya koyalım.Çanakkale Muharebeleri'ni yapan 5. Ordu'nun 24 Mart 1918'de kurulmasına emir verilir. Ve komutanlığına Alman generali Türk mareşali Liman von Sanders atanır. Liman Paşa, bu ordunun kuruluşunun kendi gayreti ile olduğunu yazar ve şöyle der :"Nihayet 24 Mart'ta Enver, Çanakkale bölgesinde 5. Orduyu teşkile karar verdi. Türk Genel Karargahına bu kararı verdirebilmek için benim harcadığım sürekli çabalara, son zamanlarda Alman Sefareti ile Amiral Şuson da katılmışlardı".

1Komutanlığa atanışı için de çok kısa açıklama yapar, aynı gün Enver Paşa'nın kendisine, 5. Ordunun komutanlığını önerdiğini ve derhal olumlu yanıt verdiğini belirtir.2Burada dikkat çeken nokta; 18 Mart'ta Boğaz'a yapılan büyük saldırı ile yeni bir cephe olacağı kesinleşen Çanakkale'yi savunmak ve dolayısıyla Başkent'i, savunmak için kurulan bir ordunun başına bir Alman'ın getirilmesidir. Bu kişi Alman İslah Heyeti Başkanı'dır.

14 Aralık 1913'de İstanbul'a gelir, atama tarihine kadar olan ilişkilerinden aslında Osmanlı yönetimi pek hoşnut değildir, bazı sorunlar çıkarmış ve geçimsiz bir kişiliğe sahiptir. Emrinde çalışan Alman'lar Liman'ı şöyle tanımlarlar: "Almanya'da kolordu komutanlığı için uygun görülmeyen biri; nasıl biri olduğu, emrinde hizmet edecek iyi kimseleri kaçırtacak kadar Alman ordusunda bilinir; yabancı koşullara uymakta yeteneksizdir; çok gururlu ve çok kuruntulu öfkeli bir adam; karakter bakımından büyük makamlar için yetişmemiş; nezaketsiz ve kaba".3Böyle bir kişi, Birinci Dünya Savaşı'nın ve devletin geleceğini etkileyecek bir göreve atanır. Bazı kaynaklar bu atamayı Enver-Liman çekişmesine bağlarlar; Enver Liman'ı sevmediği için İstanbul'dan uzaklaştırmak istemiş ve bu atamayı yapmış.4 Son derece önemli böyle bir atamanın gerekçesi bir geçimsizliğe indirgenemez. Aralarında bir sürtüşme, geçimsizlik olduğu kaynaklardan anlaşılıyor. Liman Paşa, başlangıçta Harbiye Nazırı, savaş başlayınca Başkomutan Vekili olan ve kendisinin de amiri durumunda olan Enver Paşa'ya tam itaat etmiyor, kendisini daha büyük görüyordu. Böyle bir ortamda Enver Paşa kendisini uzaklaştırmak istemiş olabilir. Çünkü savaş başlamadan önce Türk Harbiye Nazırlığında Liman'ın Almanya'ya iadesi ve yerine Goltz Paşanın gelmesi tartışılır.5 Ve sonunda Goltz Paşa gelir ama Liman da yerinde kalır. Bu da gösteriyor ki, olaya Türk tarafından baktığımızda, geçimsizliğinden dolayı Liman'ın uzaklaştırılması için bu atama yapılmış olabilir kanısı doğuyor. Ancak olaya Alman tarafından baktığımızda işin şekli değişiyor.

Enver Paşa Liman Paşa'ya savaşın ilk aylarında Kasım 1914'te ve Sarıkamış Harekatı'ndan sonra Şubat 1915'te, iki defa Kafkas Cephesi'ndeki 3. Ordu Komutanlığını önerir.6 Liman Paşa reddeder. Aynı Liman Paşa, Mart 1915'te görev Çanakkale'de ordu komutanlığı olunca, kendi ifadesiyle "derhal müspet cevap verdim"7 olur. İşte buradaki soru şudur :
Türk Başkomutanlığı, kendisine iki kere ordu komutanlığı önerdiği ve hayır yanıtı aldığı bir kişiye; ki bulunmaz Hint kumaşı değildir; üçüncü kez neden öneri yapıyor? Kafkas Cephesini iki kez reddeden Liman Paşa nasıl oluyor da konu Çanakkale Cephesi olunca hiç düşünmeden "derhal" kabul ediyor?Bu soruların yanıtı için elimizde bir belge yok ama mevcut bilgilerin sentezi ile şöyle bir sonuca varılabilir. Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı devletinin başarısını Almanya'nın başarısına bağlamıştı. Bu nedenle müttefikin her dediğini yapar durumdaydı. Öyle ki Genelkurmay Başkanlığını bile bir Alman'a bırakabilmişti. İşte bu atamada da müttefik Almanya'nın bir sözlü ricası olmuş ve Liman Paşa da bu rica üzerine 5. Ordu Komutanlığına atanmış olabilir. Bu kanımızı, daha önce iki kez ordu komutanlığı önerisini reddeden Liman Paşanın da, 5. Ordu önerisini "derhal" kabul etmesi kuvvetlendiriyor.Liman Paşa'nın Ordu Komutanı olması ile Almanlar Çanakkale Cephesindeki yönetimi ele geçirmiş olurlar. Ele geçirme Liman Paşa ile sınırlı değildir. Çanakkale Muharebeleri'nin başlangıcında; Boğaz tahkimatında önemli görevlerde Almanlar vardır; Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerinde Alman yoktur ama Kumkale bölgesinde iki tümenli kolordunun komutanı ve tümenlerden birinin komutanı Alman'dır. Mayıs 1915'ten itibaren Alman komutanların sayıları artar. Seddülbahir bölgesinde 2 tümen komutanı; 2 grup komutanı; 1 kolordu komutanı; Arıburnu ve Anafartalar bölgesinde 5 tümen ve 2 kolordu komutanı; Saros bölgesinde ordu komutanı Alman olur. Ayrıca kolordu, grup ve tümen kurmay başkanlıklarında ve topçu komutanlıklarında Alman subaylara görev verilir8Bu görevlendirme doğal görülebilir. Çünkü müttefiktir, beraber savaşılmaktadır. Ama benzer yoğun görevlendirmeyi aynı dönemde aktif olan Kafkas, Filistin ve Irak cephelerinde göremiyoruz. 1915 yılında, Kafkas Cephesi'nde biri Ordu Kurmay Başkanı, biri Tümen Komutanı olmak üzere 2 Alman9, Filistin cephesinde biri Ordu, biri Kolordu Kurmay Başkanı, biri Tümen komutanı olmak üzere üç Alman10 komuta kademesinde bulunurken Irak cephesinde hiç Alman subay göremiyoruz.11Bu bilgilerin bir anlamı olması gerekir. Bunlar Almanların Çanakkale'ye özel bir önem verdiklerini, Çanakkale'deki harekatı kendi düşüncelerine göre yönetmeye kararlı olduklarını, Türklere bırakmaya niyetli olmadıklarını gösteriyor.Atatürk'ün Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale ve sonrasında iki buçuk yıl Kurmay Başkanlığını yapan İzzettin Çalışlar, günlüğüne şu notu düşmüş:"31 Mart 1915... 5. Ordu Kumandanı Liman Paşa, Sahil Müfettişi Usedom Paşa, Donanma Kumandanı Merten Paşa, Anadolu tarafındaki Kolordu Kumandanı Weber Paşa, Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa.Almanlar Boğaz müdafasında emir ve kumandayı tamamen ellerine almak istiyor gibi gözüküyorlar"12.Almanların Çanakkale'ye önem verişlerinin sebebini bir Alman kaynağında dolaylı olarak görüyoruz. 1927 yılında basılan, Alman arşivinin "Grosse Krieg" (Büyük Harp) isimli eserinin 9. cildinde, Çanakkale Muharebeleri anlatıldıktan sonra değerlendirme bölümünde şu ifadelere yer veriliyor:"Çanakkale seferi 1915 yaz ve sonbaharı süresince bir çok düşman kuvvetlerini bağlamış ve (Avrupa) Batı cephesinden uzak bulundurmuştu. Buna karşı kullanılan Alman kuvveti hemen hiç idi. Türkiye, Alman Batı cephesine esaslı surette yardım göstermiş bulunuyordu.İngilizler tarafından 410.000 ve Fransızlar tarafından 79.000 asker olmak üzere yarım milyon asker Çanakkale'ye karşı kullanılmıştı. Sekiz ay devam eden muharebelerde düşman 252.000 askerden fazla zayiat vermişti...

Liman Paşa'nın kararlı yönetimi de zaferde çok etkili oldu. Kendisine bu vazifesinde 500 Alman subay, memur, astsubay ve asker de yardım etmiştir. Bunlar kara ordusunda ve müstahkem mevkide çeşitli yerlere dağılmış bulunuyordu".13Türkiye'nin Çanakkale Muharebeleri Alman Avrupa Batı cephesine önemli düzeyde yardım etmiş olması, dolaylı bir sonuç gibi gösteriliyor. Oysa, bu dolaylı bir sonuç değil, Çanakkale Muharebeleri'nden Almanların beklentisi idi. Çünkü, muharebeler incelendiğinde, buradaki Alman komutanların muharebe öncesinden itibaren bu düşünceye sahip oldukları, muharebeleri de bu düşüncenin gerçekleşmesini sağlayacak şekilde yönettikleri görülüyor. Onlar için önemli olan Gelibolu Yarımadası'nı düşmandan temizlemek değil, buraya daha fazla İngiliz ve Fransız kuvveti çekebilmek idi. Sıkışık durumda bulunan Avrupa'daki Alman Batı cephesi ancak bu şekilde rahatlatılabilirdi. Liman Paşa'nın savunma planı ve uygulamaları ile diğer Alman komutanlarının yönetimleri, bu kanıyı doğuruyor.Ve diyoruz ki, Çanakkale Muharebeleri'nin yarım milyon İngiliz ve Fransız kuvvetini Avrupa Batı Cephesi'nden uzak bulundurması ve bu bölgeye bağlaması ile Alman Batı Cephesi'nin rahatlaması, bu muharebelerin bir sonucu değil, Alman açısından bir amaç idi. Almanların "Çanakkale"'de niyeti de bu amacın gerçekleşmesi idi.Bu yaklaşımımızı kanıtlayan Alman uygulamalarından bazılarını irdeleyelim.


ALMANLARIN NİYETİNİ AÇIĞA ÇIKARAN UYGULAMALARI

Liman Paşa'nın Savunma Şeklini Değiştirme Ve Kıyıları Boşaltma Kararı"ÇANAKKALE" de her şeyi değiştiren, muharebeleri uzatan, her iki tarafa yarım milyon insan kaybına sebep olan, Liman Paşa'nın Türk savunma planını değiştirmesidir. Ordu Komutanıdır, buna hakkı ve yetkisi vardır. Savaş sanatı matematik gibi değildir, şablonlara dayanmaz, yaratıcılık ister. Bunları kabul ediyoruz ama bizim burada irdeleyeceğimiz konu, Liman Paşa bu işi yaparken samimi mi, muharebe sahası koşullarının gereğini mi yaptı, yoksa Alman niyetinin gerçekleşmesine mi hizmet etti ?

Liman Paşa'dan önce Gelibolu Yarımadası'nda ve Anadolu yakasında savunma düzeni şöyle idi. Birlikler, kıyılar hattına yerleştirilmiş ve çıkarmayı daha düşman kıyıya çıkmadan önce su üstünde kırmayı ve kıyıya çıkarmamayı esas alan savunma sistemine göre düzen almışlardı. Çıkarmaya uygun yerler tahkim edilmiş ve buralar daha fazla kuvvetle tutulmuştu. Geride her birliğin ihtiyatı bulunuyordu, kuvvetin çoğunluğu kıyılarda idi.Liman Paşa; 24 Mart 1915'te görev alır, 26 Mart'ta Gelibolu'ya gelir, 28 Mart'ta muharebe sahasını göreceğini bildirir ama gitmez.14 31 Mart'ta gider.15 Yanında Kolordu Komutanı Esat Paşa, 9. Tümen Komutanı Albay Halil Sami ve 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal olmak üzere, Kabatepe ve Alçıtepe'den muharebe sahasını görür.İki tepeden muharebe sahasını görmekle, çıkarma planlarını yerinde incelemeden ve de Kolordu ve Tümen Komutanlarının düşüncelerini almadan, alınmış düzenin gerekçelerini dinlemeden, arazi üzerinde emrini verir ve savunma şeklini 31 Mart'ta değiştirir. Bu acelecilik nedendir? Ayrıntılı incelemeden, tartışmadan, önyargılı olduğu anlaşılan böyle önemli bir değişikliği, "ben yaptım oldu" anlayışı ile örtmesinin sebebi nedir?Atatürk, Arıburnu Muharebeleri Raporu'nda muharebenin kaderini değiştiren bu olayı anlatır. İki paragrafını verelim :"Liman Paşa, 9. Tümen tarafından, doğrudan doğruya sahilin müdafaası bakış açısıyla alınmış olan tertibatı tasvip etmedi. Adı geçen, sahili zayıf birliklerle gözetlettirerek büyük kısımları geride bulundurmak ve düşman karaya çıktıktan sonra gerideki ihtiyatlarla ve süngü hücumu ile karaya çıkacak olan düşmanı denize dökmek görüşünü tavsiye ediyordu. Buna dayanarak yeniden alınmasını emrettikleri düzen bu bakış açısına göre olacaktı...Karargahlarımıza dönüşte 9. Tümen Komutanı yanıma gelerek alınması emredilmiş olan yeni tertibat şeklinin kendisine güven vermediğini söyleyerek bu konudaki görüşümü sordu. Ben de sahilin yalnız gözetlenmesiyle yetinilmesi fikrine öteden beri karşı olduğumdan, adı geçen komutana o yolda düşünce ve değerlendirmelerimi açıkladım. Bunun üzerine 9. Tümen Komutanı tarafından Kolorduya raporla istirhamlarda bulunulmuştur"16Görüldüğü gibi Arıburnu ve Seddülbahir gibi asıl çıkarmaların yapılacağı bölgeyi savunmakla görevli Tümen Komutanı Albay Halil Sami'nin bile görüşü alınmamış, bu komutan aldığı emrin arkasından ancak yazı ile düşüncelerini bildirebilmiştir.

Bildirmiş, yani itiraz etmiş ama kararı değiştirememiştir. Başkomutanlık dahi karşı görüştedir. 5. Ordunun bildirmiş olduğu savunma ana fikrine Enver Paşa 4 Nisan 1915'te verdiği cevapta, karşı görüşte olduğunu bildirir ve şunları der:"... Düşmanın Seddülbahir Yarımadası köşesiyle Kumkale'ye karşı çıkarma yapmasını kuvvetle muhtemel görüyorum. Düşman köşelere yerleşip kendisini tahkim ettikten sonra gemi ateşleri himayesi altında, oradan sökülüp atılmaları çok zordur. Dolayısıyla buralardaki kuvvetlerimizin hemen takviyesiyle düşmanın yerleşmesine fırsat vermemek fikrini uygun bulurum. Her mıntıkada olduğu gibi Anadolu tarafında da bir çıkarma esnasında düşmana taarruz edilmesi fikrindeyim. Ayrıca düşmanın bir gün zarfında bize üstün kuvvet çıkarabilmesi güçtür...".17Başkomutanlık böyle diyor, bölgedeki Türk komutanlar hayır diyorlar ama sonuç değişmiyor. Çünkü Liman Paşa kıyıları boşaltma, düşmanın çıkmasına izin verme kararına bölgeye geldikten, durumu gördükten sonra ve 31 Mart'ta emrini verdiği gün ulaşmış değildir. Bu karara büyük olasılıkla Ordu Komutanı olmadan önce ulaşmış, daha doğrusu kendisine dikte edilmiştir. Şimdi belirteceğimiz, bunu kanıtlar niteliktedir. Başkomutanlığın sözünü ettiğimiz 4 Nisan 1915 tarihli telgrafının giriş cümlesi şöyledir :"13 Mart 1331 tarihli 7 numaralı mütalâanızı okudum..." 13 Mart tarihi miladi 26 Mart'tır. 26 Mart'ta bu kişi, Ordu karargahını kuracağı Gelibolu'ya gelir. O gün yerleştiğini ve karargahını kurduğunu kendisi anlatır.18 Yine kendi anlatımıyla 24 Mart öğleden sonra geç vakit görev alır, 25 Mart gündüz hazırlık yapar ve akşamında vapurla İstanbul'dan ayrılır.19 26 Mart'ta da, yani Gelibolu'ya geldiği gün, Türk ordusuna çok pahalıya mal olan savunma planını, Başkomutanlığa telgrafla bildirir. Telgrafın metni üç büyük kitap sayfasıdır.20Bir ordunun savunma ana fikrini ve harekat tasarısını hazırlamak, ayaküstü yapılacak bir iş değildir. Zaman ister. En azından muharebe sahasının etüdünü, düşman durumunu ve imkan ve kabiliyetlerinin muhakemesini, Türk kuvvetlerinin durumunun ve ne yapabileceklerinin incelenmesini gerektirir. Liman Paşa, bunları ne zaman yapmıştır? Kimlere yaptırmıştır? Yanında sadece Kurmay Başkanı vardır, henüz karargahı gelmemiştir.21 Araziyi incelememiştir, Türk kuvvetlerini görmemiştir. Uygulanan savunma düzenini incelememiştir.Bu bilgiler çok açık olarak gösteriyor ki, Liman Paşa daha Gelibolu'ya gelmeden, Alman niyetini gerçekleştirecek savunma düzenine karar vermiş ve bu kararla bölgeye girmiştir.Bu durumu, Çanakkale'de Liman Paşanın karargahında görev yapan ve Alman İslah Heyetinin de üyesi olan Carl Mühlmann, kitabında üstü kapalı doğrular."Gelibolu'da yapılacak bir sürü iş Generali (Liman) bekliyordu. İlk iş olarak mevcut kuvvetleri gaye ve maksada elverişli bir surette tertip etmek lazımdı.".22Hangi gayeye, hangi maksada yönelik olarak savunma şekli değiştirilecek, bu açıklanmıyor. Ama açıklanan bir şey var. Bu iş, ilk iştir. İlk iş olduğuna ve bölgeye gelir gelmez yapılacağına ve yapıldığına göre, ilk işin kararı bölgede değil, İstanbul'da ve hatta büyük olasılıkla Berlin'de verilmiştir.Olayların gelişiminden anlaşılıyor ki; bu kararın hazırlığı İstanbul'da masa başında yapılmış; her şey hazır olduğuna ve bir günde bir ordunun planı hazırlanamayacağına göre bu işler 5. Ordunun kurulma kararından önce yapılmış; 5. Ordunun kurulması için yoğun çaba harcayanlar ise Liman Paşa'nın açıklaması ile kendisi, Alman sefareti ve Osmanlı Donanma Komutanı Amiral Şuson23 olduğuna göre; bu karar ve hazırlığı sadece Liman Paşa tarafından değil, Alman'lar tarafından yapılmıştır.

Almanlar; Çanakkale'de bir ordu kurdurttuğuna, bu ordunun başına bir Alman geçirttiğine, daha ordu kurulmadan Çanakkale'de uygulanacak savunma şeklini belirlediklerine, bu savunma şeklinin İngiliz ve Fransızların kıyıda tutunmasına imkan verdiğine, kıyıdan atılmamak için daha fazla kuvvete gereksinim duyup bölgeye kuvvet yığmalarını sağlayacağına göre; Alman'ların Çanakkale'de niyeti daha önce açıkladığımızdır. Savunma şeklinin değiştirilmesi de, Çanakkale'yi daha kuvvetli savunmak için değil, niyetlerini gerçekleştirmek içindir.Kıyıları Boşaltmanın Gerekçesi ve TutarsızlığıLiman Paşa, değiştirdiği savunma şeklini şöyle savunuyor:"Cephe geniştir. Düşman çok üstün deniz kuvvetlerinin desteğinde herhangi bir bölgeye çıkarma yapabilir. Çıkarma yerinin şimdiden ve doğrulukla kestirilebilmesi olanaksızdır. Bu bakımdan kıyı savunmasını her yerde kuvvetli tutmak ve düşman çıkarmalarında engel olabilecek yeterlilikte sabit düzenler aldırmak düşünülemez. Buna karşılık, karaya çıkan düşman kuvvetlerini esnek bir güvenlik perdesiyle karşılamak ve derinlikten hızla yetiştirilecek ihtiyat grupları ile taarruz ederek denize dökmek mümkün ve çok daha uygundur. Esasen, kuvvetlerin çoğunu kıyılar hattında bulundurmak, onları düşman donanmasına ezdirmekten başka bir şey değildir".24Liman Paşa'nın 31 Mart'ta değiştirdiği savunma şeklinin esası; kıyılar hattı gözetleme postaları ve güvenlik karakolları ile örtülecek; yani kıyıda savunma yapılmayacak, kıyıdakiler düşmanın nereye çıktığını haber verecekler; tümenlerin büyük kısımları, düşman donanma topçusunun etkili menzili dışında toplu bulundurulacaktı. Bunun gerekçesi de; çok üstün olan donanma ateşinden korunmak, geniş bir cephenin her yerine yetmeyen kuvvetleri serbest manevra olanakları içerisinde kullanabilmek, savunmaya oynak ve esnek bir nitelik vererek etkinlik kazandırmaktı.25 Bu uygulamanın ana fikri; düşmanın nerelere çıkarma yapacağı önceden bilinemeyeceği için, önce düşmanın çıktığı yerleri görmek, çıktığı yerlere güçlü ihtiyatlarla taarruz etmek ve çıkanları denize dökmekti. Bunun anlamı, düşman henüz su üstünde bocalarken bastırıp yok etmek yerine, çıkması beklenecek ve çıktıktan sonra taarruz edilecekti.Liman Paşa'nın dayandığı gerekçeleri tek tek ele alalım ve irdeleyelim:1. Düşman herhangi bir bölgeye çıkarma yapabilir; nereye, nerelere çıkabileceği önceden kestirilemez

Kuvvetleri kıyıdan çekmesinin önemli nedenlerinden biri budur. Cephe geniştir, her yere çıkabilir, her yeri savunamayacağımıza göre, geride bekleyelim, hiçbir yeri savunmayalım der.Bir komutan, özellikle bir ordu komutanı, yöneteceği bir harekâtta, düşmanın ne yapabileceğini kestiremiyorsa, o an o görevi bırakmalıdır, bıraktırılmalıdır. Bu iş kurmaylık eğitiminin "a,b,c" sidir.


Düşmanın ne yapabileceğine karar verememesi kapasite yetersizliğinden olabilir ama Almanya'da tümgeneralliğe yükselmiş birinin kapasitesizliği düşünülemez. Öyle olsa bile karargahı var, kolordu ve tümen komutanları var. Bunlardan yararlanabilir. Bunu da yapmadığı anlaşılıyor. Kolordu Komutanı Esat Paşa, düşmanın ne yapabileceğine karar vermiş ve kendisinden önce buna göre savunma düzeni almıştı. Yani kararsızlığa düşmemişti. Ayrıca Yarbay Mustafa Kemal, daha 18 Mart'tan evvel, düşmanın nereye çıkabileceğini, harekâtın nasıl gelişeceğinin tasarısını hazırlıyor ve komutanlarına aktarıyor.26 23 Mart'a kadar Eceabat Bölge Komutanı, yani Arıburnu ve Seddülbahir bölgesinden sorumlu komutan olarak, yaptığı değerlendirmeye göre savunma düzeni alıyor. 23 Mart'ta bölgesini devralan 9.Tümen Komutanı Albay Halil Sami de, Mustafa Kemal'in aldırdığı düzeni uygun buluyor ve aynı düzenle savunmasını kuruyor.27 (Liman Paşa'nın değiştirdiği savunma şekli, bir bakıma Mustafa Kemal'in kurduğu şekildir.)Görüldüğü gibi her üç Türk komutan da, düşmanın ne yapabileceği konusunda kararsızlık yok, nerelere çıkabileceğini değerlendiriyorlar ve ona göre kıyıda kuvvetli olacak şekilde savunma düzenlerini alıyorlar.Liman Paşa'ya dönersek, düşman herhangi bir bölgeye çıkarma yapamaz. 100 km.lik kıyı hattı varsa, bunun her km.si aynı oranda çıkarma riskine veya imkanına sahip değildir. Önce coğrafya izin vermez. Coğrafyanın izin verdiği yerlerde, gene aynı riskte olamaz. Çünkü yapılacak çıkarmanın bir maksadı, bir hedefi olur. Bu yapılacak çıkarmanın maksadı ve hedefi de gayet açıktır. 18 Mart'ta donanması ile açamadığı Çanakkale Boğazı'nı açmak ve bunu sağlayacak Boğaz tabyalarını ele geçirmek. Düşmanın maksat ve hedefi belirlendikten sonra, ikinci soru, bunu sağlamak için nerelere çıkabileceğidir.Mustafa Kemal, bu muhakemeyi basit ve anlaşılır şekilde yapar. Devamını alıntılarla sürdürelim."Düşmanın... büyük kuvvetlerle ciddi olarak çıkarma teşebbüsünde bulunacağına kesin olarak hüküm vermiştim. İncelemelerime göre, düşmanın çıkarma için seçeceği sahil... Seddülbahir ve Kabatepe ile kuzeyi ve güneyi idi...Düşman Seddülbahir bölgesini boydan boya (donanmasıyla) ateş altında bulundurabilmek imkanına sahipti... Düşman bu bölgeye çıkmayı ve Alçıtepe'yi elde etmeyi başardığı taktirde, Boğaz'ın girişinden itibaren önemli bir bölümüne sahip olmuş olacaktı. Alçıtepe'ye yerleştireceği bataryalarla, ... Boğaz bölgesinin her iki tarafındaki bataryalarımıza etkili olacak ve özellikle Rumeli kıyısındaki bataryaları tahrip edecek ve donanmasını da Boğazın içine sokarak ortaklaşa maksatlarını gerçekleştirecekti.(Bölge donanma ateşine açık olduğundan) takviye için hareket edecek kuvvetler, Alçıtepe'den sonra gözden ve ateşten korunma imkanı olmayan düz bir bölgeyi geçmek mecburiyetinde bulunacaklar. Dolayısıyla düşmanı Seddülbahir'e çıkmaktan men edebilecek kuvvet, doğrudan doğruya, kıyıda savunma mevzilerine yerleştirilmiş olan kuvvetten ibaret kalacaktı.Bu kuvvet; önemli düşman teşebbüsüne karşı koyacak kadar olmaktan ve kendisini donanma ateşinin yıkıcı etkilerine karşı koruyacak ve ancak düşman piyadesinin sahile yaklaşması ve kıyıya çıkması anında faaliyete geçebilecek tedbir ve tertiplerden mahrum bulunursa, tehlikenin bertaraf edilmesini zor görüyordum...Kabatepe ve yakın kıyıları hakkında da düşündüğüm noktalar şunlardı: Bu kıyı bölgesi Boğaz'ın gerçekten kilidi olan Kilitbahir'e pek yakın bulunuyor. Düşman baskın tarzında buralara çıkarma yaptığı ve kendisini durduracak kadar kuvvetlerle karşılaşmadığı takdirde, doğrudan doğruya Eceabat ve Kilitbahir'e el atmak suretiyle en seri olarak maksadına ulaşabilirdi... Dolayısıyla Seddülbahir bölgesi için düşündüğüm gibi, bu bölgenin de kıyı üzerinde yeter miktarda kuvvetle doğrudan doğruya savunulmasını gerekli görüyordum.Düşmanın Anadolu tarafında Menderes bölgesine kuvvet çıkarmasını muhtemel ve tehlikeli görmüyordum... Menderes sahiline çıkacak kuvvetler... Boğaz'ı kontrol altına alacak hatta gelinceye kadar, uzunca bir mesafede, çeşitli arazi engellerinden istifade edebilecek kuvvetlerle durdurulacak ve en sonunda Çanakkale'nin güney cephesinde savunma değeri yüksek bir savunma hattıyla karşılaşacaktır. Düşman bu tarafta, en çok güvendiği donanmasından da, Seddülbahir ve Kabatepe kıyılarında olduğu gibi istifade edemez. Düşmanı daha ileride olmasa bile, söz konusu savunma hattında durdurabilecek kadar ihtiyat kuvvetinin bulundurulmasını yeterli görüyordum.Düşmanın Bolayır tarafına bir kuvvet çıkarmasını ihtimal dışında görmüyordum. Ancak bu tarafa gerçekleşen çıkarma; Seddülbahir ve Kabatepe bölgelerine çıkarılacak kuvvetlerin güvenliği ve maksadın kolaylaştırılması için tali bir çıkarma olabilir. Bu nedenle, böyle bir tali maksadı tatmin, hakiki maksada ayrılacak kuvvetin israfına yol açacaktı...".28Muharebe gerçekten Atatürk'ün tasavvur ettiği şekilde cereyan etmiş, karşı taraf planını bu mantık üzerine kurmuş, Atatürk'ün değerlendirdiği yerlere çıkmış, Seddülbahir bölgesini asıl çıkarma yeri olarak seçmiş, Atatürk'ün önemle üzerinde durduğu Alçıtepe'yi ilk günde ele geçirmeyi planlamış; Kabatepe-Arıburnu bölgesini Seddülbahir'deki harekâta yardım için kullanmış, iki koldan Boğaz tahkimatını ele geçirmeyi hedeflemişti. Saros, Kumkale ve Beşiğe bölgelerini aldatma ve gösteri için kullanmıştı.İşte Liman Paşa'nın yapması gereken buydu ve son derece basit bir muhakeme idi. Düşmanın amacı ve hedefi nedir, bunu gerçekleştirmek için nerelere çıkabilir? Bu iki sorunun yanıtı, problemi çözüyor ve her yer çıkarma yeri olmaktan çıkıyor, elde Arıburnu ve Seddülbahir bölgeleri kalıyor.Muhakemenin basitliğini kanıtlamak ve Liman Paşa'yı yalanlamak için, Alman arşivinin resmi yayınından bir paragraf verelim:"Yarımada'nın kuzeydoğu sahilinde bazı yerler sarp olduğundan çıkarmaya müsait değildi. Bir kısım sahil ise çıkarmaya müsait olmakla beraber hemen biraz geride arazi sarplaştığından karaya çıkan düşmanın ilerlemesi güçtü. Bir çıkarma için en müsait bölge Yarımada'nın güney kısmı idi. Bu bölgeye yapılacak çıkarmaya donanmanın ateş ile yardım etmesi için de durum daha müsaitti. Yarımada dar olduğundan en yüksek yerlere hakim olan taraf diğer taraftaki sahilleri elde etmiş sayılabilirdi. Bu durumda düşman tarafından en yüksek noktaların elde edilmesiyle Boğaz tahkimatına ve Boğaz'a hakim olmak mümkündü".29Görüldüğü gibi Alman tarih yazarları dahi Türk komutanlar gibi değerlendirme yapıyor.Peki, Liman Paşa bu muhakemeyi yapamayacak birisi midir? Kesin kanımız hayır. Neden kesin kanımız diyoruz? Çünkü kitabında yaptığı değerlendirmeyi verir. Değerlendirme yapmıştır ama uygulaması değerlendirmesine göre değildir.30 Bu durumda geriye; Alman niyetini gerçekleştirmek için kıyıdaki kuvvetleri geriye çekmenin bir kılıfı olarak, kararsızlık tablosu çizmiştir; kanısı kalıyor. Bu kararsızlığının dürüst olduğuna inanmıyoruz.2. Birlikleri Donanma Ateşinden Korumak İçin Geride Korumalı Bir Yerde Toplu Tutmak ve Çıkarma Olan Yerlere Taarruz etmekLiman Paşa, birlikleri donanmanın ateşinden korumak için geriye alıyor ama bu birliklerin taarruz için ilerlemeye başladıklarında, açık arazide donanmaya hedef olacaklarını göz ardı ediyor. Aslında edemiyor, durumun böyle olacağının kendisi de farkındadır. Kitabının bir sayfasında, birlikleri donanma ateşinden korumak için kıyıdan geriye çektiğini yazarken aynı yaprağın arka sayfasında bakın ne diyor:"Birliklerin talimlerini tertiplemek bile, belirli bir zamana ihtiyaç gösteriyordu. Çünkü, düşman harp gemileri, her gördükleri yerde, birliklerimiz üzerine ateş açıyordu. Hatta tek başına giden bir yayanın veya süvarinin dahi üzerine ateş açıldığı oluyordu... Sahra Tahkimatını geceleri pekiştiriyorduk...".31Bu anlatılan muharebeden öncedir, hazırlıklar sırasındadır. Bu durumu yaşayan ordu komutanının başka bir niyeti olmasaydı, ilk verdiği emrin yanlışlığını anlayıp düzeltmesi gerekirdi. Ama yapmaz. Hazırlık döneminde birlikleri gece çalıştırdığı gibi, muharebe başlayınca taarruzların gece yapılmasını emreder. Ancak bu da olumlu sonuç vermez. Düşman araziyi gemilerin ışıldakları ile aydınlatır. Hareket edenler hedef haline gelir.Geride toplu tutulan birlikler, çıkarma olan yerlere yetişmek için uzunca bir mesafeyi, 7-15 Km., yürümek zorundadır. Bu yürüyüş, donanmanın ateşi altında yapılacaktır. Kayıpları artıran nedenlerden birisi de budur.Görüldüğü gibi bu gerekçenin de hiçbir anlamlı ve mantıklı yönü yoktur. Birlikler, Atatürk'ün dediği gibi kıyıda siperlerde ve tahkimat içinde bulunsalar, daha korumalı olacaklar, daha az kayıpla ve düşmanı kıyıya çıkarmadan görevlerini yapmış olacaklar.O halde neden böyle yapıldı? Bizce konu şüpheye yer vermeyecek şekilde açıktır. Alman niyetini gerçekleştirmek için.3. Kuvvetlerin Çoğunu Kıyıda Bulundurmak Onları Düşman Donanmasına Ezdirmekten Başka Bir Şey DeğildirBu gerekçe de bilimsel değildir. Donanma topçusu görerek atış yapar, topları yatık mermi yolludur. Yani havan topu mermisi gibi havada kavis çizip hedefe tepeden düşmez, hedefe düz gider. Hedefe düz gidip cepheden vurduğu için de bir sütre, toprak yığını veya mevzi gibi bir çukur içinde olmak koruma sağlar.Dolayısıyla donanma ateşi savunma mevziinde bulunan birlikleri kolay kolay ezemez ve ezememiştir de. Bunun en dikkat çekici örneğini 25 Nisan, çıkarmanın başladığı günde Ertuğrul Koyu'nda görüyoruz. Burası İngilizlerin Seddülbahir'deki 5 çıkarma yerinden siklet merkezi ile çıkmayı planladıkları, kuvvet ve ateşlerinin çoğunu yönelttikleri bir çıkarma yeridir. Savunan Türk kuvveti de 300 tüfekli erden oluşan bir bölüktür. Çıkarılacak kuvvet ise bu bölükten 25 misli üstündür. 25 Nisan günü bu Türk bölüğünün üstüne sadece donanmanın attığı mermi sayısı 4650 atımdır.32 Akıllara durgunluk veren bir rakamdır. Sonuç ne olmuştur? Bu yoğun ateşe rağmen İngilizler gün boyu çıkarmayı gerçekleştirememişler, üstelik birinci kademe birliğinden %70 kayıp vermişler, geceleyin bu bölük emirle çekildikten sonra ancak çıkabilmişlerdir. Efsane hale gelen Yahya Çavuş ve takımı da bu bölüğün içindedir.Görüldüğü gibi kıyıda mevzide bulunanlar Liman Paşa'nın dediği gibi ezilmiyor.Bu gerekçenin de amacı açık ve aynı; kuvvetleri koruyorum diye geriye çekebilmek, düşmanın çıkmasına imkan sağlamak ve sonuçta Alman niyetini gerçekleştirmektir.4. Mevcut Kuvvetler Cephenin Geniş Olması Nedeniyle Her Yere Yetmeyeceği İçin Geride Toplu TutulmalıCephe genişliği gerekçe gösterilerek kuvvetleri kıyıdan geri çekmek sağlıklı, mantıklı bir yaklaşım değildir. Bir önceki maddede irdelendiği gibi ve hatta Alman kaynaklarında da belirtildiği gibi düşmanın hedefine ulaşmak için çıkarma yapabileceği bölgeler bellidir. Bunlar öncelik ve önem derecesine göre Seddülbahir, Arıburnu-Kabatepe, Anadolu yakası (Kumkale) ve Saros bölgesidir. Anadolu yakası; arazinin, çıktıktan sonra Çanakkale'ye doğru ilerlemeyi güçleştirmesi ve donanma desteğinden mahrum bırakması nedeniyle düşmanın tercih edebileceği bir bölge değildir. Saros bölgesi ise düşmanı hedefine ulaştırmaz, sadece 5.Ordunun ikmal yolunu keser. Böyle bir duruma karşı da Trakya'da bulunan iki ordudan yardım gelebilir.

Bu durumda Ordu Komutanının yoğunlaşacağı iki bölge kalıyor. Seddülbahir ve Arıburnu-Kabatepe bölgeleri. Saros ile Anadolu yakası da sorumluluk bölgesi içinde olduğundan tamamen boşlayamaz. Buraları da düşünmesi gerekir.Şimdi Ordu'nun kuvveti yetecek mi yetmeyecek mi ona bakalım.


Ordunun 6 tümeni 1 süvari tugayı var. Tali bölgeler olan Saros ve Anadolu yakasına 1'er tümen yeterlidir, bölge güvenliği sağlanabilir. Süvari tugayı ile Yarımada'nın kuvvetle savunulmayan Batı kıyılarının, Anafartalar ve kuzeyine doğru, örtmesi yapılabilir. Yani güvenliği sağlanır.Elde 4 tümen kaldı ve iki önemli bölge var. Seddülbahir ve Kabatepe. Bu durumda her bölgeye 1'er tümen, 1'er tümen de ihtiyata ayrılabiliyor. Ve 2 tümen kıyı hattında savunacak şekilde görevlendirilebiliyor."Çanakkale"de bu şekilde veya benzeri bir kuvvet tahsisi yapılmış olsaydı, çıkarma gerçekleşmezdi, çıkmak isteyenler, Ertuğrul Koyu'na 25 Nisan'da çıkmak isteyenlerin uğradığı sonucun en azından 10 katını yaşarlardı. Ki orayı savunan sadece bir bölüktü. Dolayısıyla 25 Nisan'da başlayan harekât aynı gün biterdi, 18 Mart gibi olurdu.Sonuç olarak, Ordu'nun elindeki kuvvetler savunmasına yeterlidir. Amaç, düşmanı çıkarmamak olarak kabul edildiğinde, 6 tümen ile sıkıntıya düşmeden görev yerine getirilebilir. O halde, kuvvet az, cephe çok geniş gerekçesi sağlam değil; düşmanın kıyıya çıkmasını sağlamak için kuvvetleri geriye çekebilmenin bir kılıfıdır. Amaç, Alman niyetini gerçekleştirmektir.5.Kıyı Savunmasında Başarı, Kuvvetlerin Kıyıda İnatçı Direnmesiyle Değil, Geride Toplu Bulunup Hareketli Savunma ile Elde EdilirLiman Paşa, "Biricik başarı şansımızın, hafif kuvvetlerle inatçı bir direnmeye değil, her üç grubun (Saros, Seddülbahir, Anadolu yakası) hareketli savunmalarına bağlı olduğuna inanıyordum"33.der ve kıyıda düşmanın çıkmasına engel olacak şekildeki savunma şeklini eleştirir, bunu eski sistem olarak niteler.Bu düşüncenin doğruluğu, öznenin algılanma şekline bağlıdır. "Biricik başarı şansımız" Almanlar için deniyorsa, bu düşünce doğrudur. Sadece bu savunma şekli ile; İngiliz ve Fransız'ın kıyıya çıkması, tutunduktan sonra yapılacak taarruzlarla geriye atılmamak için daha fazla kuvvet getirmesinin sağlanması, böylece Alman Avrupa cephesinin rahatlaması sağlanabilir. Böylece "Çanakkale"de Alman niyeti gerçekleşmiş, Liman Paşa da görevini başarmış olur."Biricik başarı şansımız" Türkler için deniyorsa, bu düşünce gerçekçi, doğru değildir. Çıkarmama olanağı var iken neden çıkmasına izin verip, sonradan da denize dökmek için aylarca uğraşıp ülkenin bütün olanaklarını buraya aktarıp, binlerce insan kaybedilsin? Başlangıçta 6 tümenle, 65.000 askerle yapılacak işi, neden 16 tümenle, 500.000 askerle yapmak durumunda kalınsın? Muharebenin birinci gününde, birkaç bin insan kaybıyla bitirilecek bir iş, neden 8,5 ay sürdürülsün ve 250.000 insan kaybı verilsin?Bu nasıl biricik başarıdır, biricik şanstır? Bu nedenlerle bu söz Türkler için değildir?Liman Paşa, savunmayı her üç grubun hareketli savunmalarına dayandırıyor. Bu grupların her birine 2'şer tümen ayırır. Bu da eleştirilecek ayrı bir konudur. Her bölgeye kardeş payı yapar. Oysa değerlendirmesinde bölgelere öncelik verir; Anadolu yakasını 1nci, Yarımada güneyini 2nci, Saros'u 3ncü öncelikli ve tehlikeli bölge olarak görür.34 Düşüncesine göre, hareketli savunma ile, bu gruplar birbirlerine süratle yardıma gidecekler, tehlike hangi bölgedeyse diğer gruplardan oraya kuvvet kaydırılacak ve tehlike savuşturulacak. Kıyı savunmasında çıkarmanın başladığı ilk 24 saat çok önemlidir. Harekatın şekillendiği süredir. Oysa Liman Paşa'nın oluşturduğu gruplar arasındaki mesafe 48 saatliktir. Bu nasıl hareketli savunmadır?Gruplar arasında 48 saatlik mesafe olması ile iş bitmiyor. Yürüyüş yolları genelde donanmanın ateşi altındadır. Balonlarla hedef bulmaktadırlar. Gündüz yürüyüşleri, dolayısıyla tehlikeli ve zayiatlıdır.Liman Paşa'nın karargahında çalışmış Mühlmann, bakınız ne diyor:"Bolayır'daki durumdan korkusu kalmayan Liman Von Sanders 5. ve 7. tümenlerin (Saros Grubu) önemli kısmını 26/27 Nisan gecesi Eceabat'ta gönderdi.".35Muharebe başlamış, 2 gün geçmiş, Arıburnu ve Seddülbahir'de kan gövdeyi götürüyor, 10 askere muhtaçlar, bu esnada Saros'taki tümenlere deniz manzarası seyrettirilmiş, ancak 2 gün sonra hareketli savunma harekete geçirilmiş. Tabi ki iş işten geçtikten sonra, düşman kıyıya çıkıp tutunduktan sonra, Alman niyeti gerçekleştikten sonra.


Mühlmann devamında şunu da diyor:"Marmara'ya girmiş olan denizaltılar dolayısıyla kuvvet kaydırmasının ancak geceleri yapılması uygundu".Türkçe'de böyle durumlarda "günaydın" denir. Daha önce bu düşünülmedi mi? Bunun böyle olacağı bilinmiyor mu idi?Liman Paşa'nın, başarıyı; kuvvetleri geride toplu tutup, hareketli savunma ile elde etme düşüncesinin, bazı Alman kaynaklarında tersini görüyoruz:"Kıyıların gerisindeki arazinin şiddetli düşman topçu ateşi altında olması dolayısıyla, ihtiyatların çabuk ileriye alınması mümkün değildi. İleri hatları işgal eden birliklerin kuvvetli olması zorunluydu".36Savunmanın planlamasında Alman komutana kabul ettirilemeyen gerçeğin bir Alman kaynağında yer alması önemlidir. Binlerce Türk evladı, bu esasa aykırı bir savunma düzeni alındığı için hayatını kaybetmiştir. Kitabı kaleme alanlar, Liman Paşa'nın değil, Türk komutanlarının fikirlerini savunmaktadırlar. Aynı kaynaktan bir alıntı daha yapalım:"Çanakkale'nin gerisinde memleketin kalbini teşkil eden İstanbul bulunduğundan her karış toprağın sonuna kadar savunulması gerekiyordu".37Akıl, aklını kullanan ama Liman Paşa'nın üstlendiği görevi bilmeyen Alman tarih yazarlarına bile böyle söyletiyor.Atatürk, 1918'de Ruşen Eşref'le yaptığı görüşmede, Çanakkale'de uygulanan hareketli savunmanın yanıtını verir:"Benim kanaatıma göre, düşman çıkarma girişiminde bulunursa iki noktadan çıkardı. Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civarı. Ve benim görüşüme göre düşmanı karaya çıkartmadan bu sahil bölgelerini doğrudan doğruya savunmak mümkündü. Dolayısıyla alaylarımı, böyle kıyıdan savunacak şekilde yerleştirdim. Bu durum şöyle böyle Şubat 1914...".38Atatürk bu sonuca, muharebeden sonra ulaşmış değildir. Muharebeden önce, hatta aynı bölgede görev yaptığı Balkan Savaşı sırasında ulaşmıştır. Balkan Savaşı'nda Bolayır'daki Mürettep Kolordunun Harekat Şube Müdürüdür. Gelibolu Yarımada'sını inceler ve şu sonuca varır:"Bu incelememden ortaya çıkan kanaate göre; düşmanın çıkarma teşebbüsünde, Seddülbahir ve Kabatepe civarlarındaki sahile aynı zamanda çıkarma yapabilmesi mümkün ve buna karşılık bu iki sahilin düşmanın çıkarmasına sahilde mani olacak şekilde savunması da mümkün ve böyle yapılması gerekli görülmüştür".39Atatürk'ün bu kanısını, 18 Mart Boğaz Muharebesi'nden önce yaşadığı durum doğrular ve pekiştirir. Düşman donanması ile Boğaz'ı zorlarken, Seddülbahir ve Kumkale'ye çıkarma yapmayı düşünür. Bunun için 7 Mart'ta keşif amaçlı bir çıkarma yapmak ister. Seddülbahir Atatürk'ün sorumluluk bölgesi içindedir. Aldığı savunma düzeni nedeniyle düşman çıkarmayı başaramaz, çıkanlar denize atılır. Mehmet Çavuş ismi de bugünkü çatışmalar üzerine halka mâl olur.Türk tarihine; 25 Nisan'da Seddülbahir-Ertuğrul Koyu'nda çıkarmanın önlenmesi ile Yahya Çavuş ismini, 7 Mart'ta aynı yerde çıkarmanın önlenmesi ile Mehmet Çavuş ismini yazdıran iki olay bile, Liman Paşa'nın hareketli savunma fikrini çürütüyor.O halde Alman Ordu Komutanı neden böyle yaptı? Atatürk'ün ve diğer Türk komutanlarının düşüncesine göre savunma yapılsaydı, İngiliz ve Fransızlar karaya çıkamazlardı da ondan. Karaya çıkamayınca Çanakkale Cephesi açılmazdı, 500 bin İngiliz, Fransız askeri buraya bağlanamazdı. Dolayısıyla Alman niyeti gerçekleşmezdi.SONUÇ"Çanakkale'de Alman Niyeti"ni ortaya koymaya çalışan bu inceleme, sadece muharebe öncesindeki düşünce ve uygulamalarla sınırlı tutulmuştur. 8,5 aylık muharebe süresindeki Alman uygulamalarına özellikle girilmemiştir.

Muharebe sırasında, niyetlerini gerçekleştirme amaçlı olduğu açık şekilde anlaşılan, pek çok uygulamaları vardır. Bunların benzer şekilde irdelenmesi, bir kitap kapsamındadır ve bunun da yapılması gereklidir.Sonucu, ana inceleme maddelerinde ulaşılan sonuçları toplayıp, tekrarlayarak uzatmak istemiyorum. Ulaşılan sonuçları destekler ve doğrular nitelikte olduğu için; Atatürk'ün 3 Mayıs 1915'te, muharebenin 8nci gününde, Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya gönderdiği mektubun iki paragrafını vererek sonucu bağlayacağım."Evvelce size bu bölgenin bütün bölgelerle olan farkının önemini arz etmiştim. Eceabat bölgesi kuvvetlerine komuta ettiğim zaman aldığım tertibat ile düşmanın karaya çıkmasına imkan verilmeyebilirdi. Von Sanders Paşa, .. sahilde çıkarma noktalarını tamamen açık bırakacak tertibat almış ve bugün düşmanın karaya asker çıkarmasını kolaylaştırmıştır...Vatanımızın savunmasında kalp ve vicdanları bizim kadar çarpmayacağına şüphe olmayan başta Von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikirlerinin üstünlüğüne itimat etmemenizi kesin şekilde istirham ederim. Bizzat buraya teşrif edip, genel durumumuzun gereklerine göre, bizzat sevk ve idare etmeniz münasip olur..."40Bu inceleme bir gerçeği ortaya koydu.

Çanakkale Muharebelerinde Almanlar kendi çıkarlarına göre harekatı yönlendirmiş ve yönetmişler. Bunu yaparken müttefikleri olan Türkleri dikkate almamışlar, sadece niyetleri uğruna kullanmışlar. Ulaşılan bu gerçek devamında bir soru daha doğuruyor:"Çanakkale'de biz Almanlar için mi öldük?"

Doç. Dr. İsmet GÖRGÜLÜDİPNOTLAR1- Liman Van Sanders, Türkiye'de 5 yıl, Burçak Yayınevi, 1968, s.76.2- a.g.e. s.773-Jehuda L. Wallach, Bir askeri Yardımın Anatomisi, Gnkur. ATASE yayını, 1985, s.121-122.4- a.g.e. s.158 vd.5- a.g.e. s. 154, 155.6- a.g.e. s.155,159.7- Türkiye'de 5 Yıl, s.77.8- İsmet Görgülü, Çanakkale Zaferi Üzerine Alman İddiaları, Atatürk Arş.Merk. Dergisi sayı 25, 19959- İsmet Görgülü, 10 Yıllık Harbin Kadrosu, TTK. 1993,s. 112-11310- a.g.e. s. 140-14111- a.g.e. s. 162-16312- Atatürk'le İki Buçuk Yıl, Orgeneral İzzettin Çalışlar, Yay haz. İ. Görgülü- İ.Çalışlar, Yapı Kredi Yayını, 1993,s.3413- Balkan ve Türkiye'de Büyük Harp, çev. E. Yb. Nihat, 95 sayılı Askeri Mecmuanın Tarih Kısmı, İstanbul 1934, s.60-61.14- Atatürk'le İki Buçuk Yıl, Orgeneral İzzettin Çalışlar, Yay. Haz. İ.Görgülü, İ Çalışlar, Yapı Kredi Yayını , 1993, s.3315- a.g.e. s. 3416- Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Yay.Haz.Uluğ İğdemir, TTK, 1986, s.1517- Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Çanakkale Cephesi 2. Kitap Amfibi Harekat, Gnkur. Harp Tarihi Yayınları, 1978, Ekler Bölümü18- Türkiye'de 5 Yıl, s.78.19- a.g.e. s.77.20- Çanakkale Cephesi 2.Kitap, s.441-443.21- Türkiye'de 5 Yıl, s.77.22- Dr. Carl Mühlmann, Çanakkale Muharebesi 1915, çeviren Mehmet Cemal, Kastamonu 1933, s.69.23- Türkiye'de 5 yıl, s.7624- Çanakkale Cephesi 2.kitap Amfibi Harekat, s.12; Türkiye'de 5 Yıl, s.79.25- Türkiye'de 5 Yıl, s.81; Çanakkale Cephesi 2.Kitap Amfibi Harekât, s.441-443 (5.Ordunun Başkomutanlığa 26 Mart tarihli telgrafı)26- Arıburnu Muharebeleri Raporu, s.9.27- a.g.e. s.12. 28- Arıburnu Muharebeleri Raporu, s.9-1129- Balkan ve Türkiye'de Büyük Harp 1914-1916, Alman arşivinin "Grosse Krieg" (Büyük Harp) eserinin 9.cildi, 1927, çeviren E.Yb. Nihat, 95 sayılı As. Mecmuanın Tarih Kısmı, 1934, s.44.30- Türkiye'de 5 Yıl, s.79-8131- Türkiye'de 5 Yıl, s.82.32- Çanakkale Cephesi 2.kitap Amfibi Harekat, s.238.33- Türkiye'de 5 Yıl, s.81.34- Türkiye'de 5 Yıl, s.80- 8135- Çanakkale Muharebesi 1915, s.83.36- Balkan ve Türkiye'de Büyük Harp 1914-1916, Grosse Krieg, s.5037- a.g.e. s.61.38- Mustafa Kemal, Anafartalar Muharebatı'na Ait Tarihçe, yayınlayan Uluğ İğdemir, TTK , 1990, s.XI; Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal-I, Kültür Bakanlığı, 1981, s.3.39- Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Yay. Haz. Uluğ Iğdemir, TTK., 1986, s.6.40- İsmet Görgülü, Atatürk'ün "Arıburnu Muharebeleri Raporu" ve "Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe" Adlı Eserlerinde Yer Almayan

http://www.heddam.com/index.asp?H=1328

Wednesday, December 24, 2008

Türk olmak...21 Aralık 2008 Pazar

Metin YENER

Mail’i yakın dostum Taner Özensoy göndermiş.
Türklüğünü unutup; olmadık işlerle pirim toplamaya çalışanların arttığı bir döneme denk geldiği için yayınlamaya karar verdim.

Kaynağı konusunda yaptığım araştırmalarda; Amerika’dan bir vatandaşımızın gönderdiği dışında bir bilgiye rastlamadım. Yazan her kimse; yüreğine sağlık diyorum.

….Aslında çok şeydir, Türk olmak.

Türk olmak; Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi… Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.

Türk olmak; Kıbrıs'ta, Hocalı'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığı soykırımla suçlanmaktır.Türk olmak; Faşist olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığınca…

Türk olmak; Demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sövdüğünde…

Türk olmak; Lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır. Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır. Ataların birçok asır önce Viyana'yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir… Tabii ki sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığı için.Türk olmak; Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir.
Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır,
aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.

Türk olmak; Troya'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.Doğu Roma'yı da Batı Roma'yı da yıkıp, yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır Türk olmak.

Türk olmak; Mostar'da köprüdür, Kerkük'te kaledir, Istanbul'da Kızkulesi'dir, Anadolu'da buğdaydır, Çukurova'da pamuktur, Ege'de tütün, Karadeniz'de fındık, Trakya'da ayçiçeğidir.

Türk olmak; Çanakkale'de ölmektir. Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır. Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak; Harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.Türk olmak; Askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek.

Türk olmak, annenin şehit oğlunun ardından 'bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim' demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'vatan sağ olsun' demesidir.

Türk olmak; 'Türk çayında radyasyon olmaz' yalanları ile 'gusül abdesti alana AİDS bulaşmaz' yalan dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak; Ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.

Türk olmak; Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır

Türk olmak. Türk olmak; Milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.

Türk olmak; Aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir.En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak; Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir.

Türk olmak; Yunus'u bilmektir, Aşık Veysel'i sevmektir. Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî -tek bir satırını okumasa da- yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak; Saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü'nde...


Hayatın sana verdiklerine 'nasip', vermediklerine 'kısmet' demektir. Her işin 'hayırlısına' inanmaktır ve 'feleğe' küfretmektir ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak; Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir.Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.

Türk olmak; Mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir. Türk olmak; Buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.

Türk olmak; En zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.Zor iştir Türk olmak.

Türk olmak; Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamd etmek, her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak; Medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir
***

Kısıcası dostlar!..
Türk olmak; Bir ayrıcalıktır, onurdur, gururdur. Ve herkes şunu iyi bilsin ki; TÜRK MİLLETİ

(Lazı, Kürdü, Gürcüsü, Türkü, Ermenisi, Rumu, Boşnak’ı, Arnavutu, Arap’ı, Süryanisi…) bu kadar iç ve dış haine rağmen ilelebet yaşayacaktır.

Bunu herkes böyle bilsin!..
http://www.sonsayfa.com/Kose-Yazarlari-metin-yener-20.html

Sunday, November 16, 2008

Thursday, November 13, 2008

BASIN AÇIKLAMASI ”Ermeni Soykırımı Yalanı”

Konu:”Ermeni Soykırımı Yalanı”
13.11.2008

BASIN AÇIKLAMASI
Resmî bir ziyaret için Türkiye'de bulunan İsviçre Konfederasyonu Başkanı Pascal Couchepin ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ikili görüşmenin ardından basın toplantısı düzenledi. İsviçre'de “Ermeni soykırımıyla ilgili iddiaların inkârını suç sayan” yasayla ilgili soruya cevap veren Couchepin, “bu yasanın Yahudi soykırımıyla bağlantılı olarak çıkarıldığına” dikkat çekti.” Ermeni iddialarıyla ilgili olarak "1915'te yaşanan trajik olaylar" ifadesini kullanan ve meselenin özüne inmek gerektiğini dile getiren Couchepin “bu yasayı protesto eden grupları ise “provokasyonla” suçlayarak, "Bu provokasyona sebep olan Türklerden bir tanesi şu anda Türkiye'de cezaevinde." hatırlatmasını yaptı.
Emperyalizmin, Ermeni soykırımı yalanı üzerinden yönelttiği tehditlere karşı çıkmayı "provokasyon"; bu tehditlere karşı ülkemizi savunanları "provokatör" olarak niteleyenler, geçtiğimiz yüzyılın başında da Mustafa Kemal'i "asi", "eşkıya" ilan etmişlerdi.
Bilindiği gibi; İsviçre yasalarına göre “Ermeni soykırımı yok” demek suç sayılıyor. Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu bu ülkeye giremiyor.
Ergenekon sanığı olarak tutuklu yargılanan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, İsviçre’de Talat Paşa Komitesi’nde yer almış ve orada beraberindekilerle “Ermeni soykırımı bir yalandır” demişler, bu ülkede haklarında dava açılmıştı. Resmi ziyaret kapsamında ülkemize gelen bir devlet başkanının, diplomatik kurallara aykırı biçimde, ülkemizin egemenliğini hiçe sayarak, milli değerlerimize yönelik hakaretler içeren sözler sarf etmesi kabul edilemez.
Buna karşı çıkmak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Dışişleri Bakanlığı'nın kaçınılmaz görevidir. Bu sözlere diplomatik tepki gösterilmeli; Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milletinden özür dilenmesi istenmelidir
YÖNETİM KURULU ADINA
Mahmut ÖZYÜREK
ADD. Isparta Şube Başkanı

Friday, May 30, 2008

19 MAYIS GENÇLİK, SPOR BAYRAMI VE ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ...

Atatürk," Milletimizin bağrından temiz bir nesil yetişiyor.Bu eseri ( kurduğu çağdaş, demokratik ve laik cumhuriyet ) onlara bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak" demişti.

Atatürk’ün bu sözü üzerine o zamanki gençlik şu andı içmişti ;"Ey büyük Ata'm, Türk gençliği olarak hürriyetin, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyetin ve İnkılâplarının yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde, her durumda, Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için; bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verir, kendimizi Büyük Türk Milletine adarız. TÜRK GENÇLİĞİ ".
...........Şimdi Kurtuluş Savaşının başlangıç, Cumhuriyetin kuruluş tarihini öğretilmediği için bilmeyen bir gençliğin var olduğu ülkemizde bu and’ı yerine getirecek kaç genç bulabiliriz acaba !...Cumhuriyetin ilanından bu yana tam 85 yıl geçti. Atatürk ilke ve inkilâpları-devrimleri, O’nun ölümünden sonra ülke yönetimine gelenler tarafından tam olarak kavranamadı, dikkate alınmadı. 1938 den sonra ülkeyi yönetenler gerçekten Atatürk ilke ve inkilâpları-devrimleri doğrultusunda hareket etselerdi, bugün Türkiye Cumhuriyeti devleti, dünyada en saygın, en güçlü ve şimdi örnek almaya çalıştığımız batı ülkelerinden daha çağdaş-modern bir devlet olacaktı.Bunu başaramadığımız için, onursuzca, ısrarla adeta yalvarır gibi üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği önünde diz çöker hale geldik.

Medyalarında alay konusu olduk, yayınladıkları karikatürlerin birinde birlik kapısından içeri girmeye çalışan köpeğe benzetildik!.Bir avuç Ermeninin soykırım iddialarını, ülkeyi bölmeye çalışan bir avuç PKK terör örgütünü ve içimizdeki uzantılarını, bir avuç rejim düşmanlarını, Kıbrıs’ta bir avuç Rumu; bir takım batı ülkelerinin baskılarına boyun eğerek susturamadık, yok edemedik! Milli Eğitim müfredatlarında yapılan gerici değişikliklere mani olamadık; büyük önder Atatürk’ü genç nesillere tam olarak tanıtamadık, ilke ve inkilâpları, kurduğu çağdaş, demokrat ve laik cumhuriyeti öğretemedik!..

Bunun yanısıra ülkeyi bir örümcek ağı gibi saran rejim ve Atatürk düşmanı cemaat ve tarikatların hortlamalarına, başlarında bulunan hocalara-imamlara, şeyhlere ve batı sermayeli-kontrollu işbirlikçi basın-medya ile gerici cemaat ve tarikatların sahip oldukları gerici basını-medya’yı da susturamadık!.
Bunların milletimizin özelliklerle gençlerimizin milli-ulusal duygularını yozlaştırmalarına neden olan yayınlarına da tepkisiz kaldık!...P

eki Atatürk’ün kurduğu eğitim kurumların okuyan bir takım sözde aydınlara, gazetecilere Prof.luğa kadar yükselmiş akademisyenlere ne diyelim ?. Bunların bazıları Atatürkçülüğü gericilik olarak görüyor, ilke ve inkilâplarını Anayasa’dan çıkarmak istiyor, bazıları Türk üniversitelerinde açık açık Türkleri yani kendi milletini Ermeni katliamı yapmakla suçluyor, bazıları bir milyon Ermeniyi katlettik, 30 bin Kürdü öldürdük diyerek ödül alıyor, bazıları Türk milletini etnik parçalara bölmeye çalışırken bazıları da Hilafet istiyor !.......
......Bakınız, sekiz milyona yakın nüfusa sahip İsrail, geçenlerde kuruluşunun ve bağımsızlığının 60. Yıl dönümünü kutladı.Bağımsızlık kutlamalarının ana teması ise gençlik ve gençliğin eğitim'i idi. İsrail 60 yıl gibi bu kısa tarihinde teknoloji, bilim alanlarında dünyanın en ileri ülkeleri arasında yer aldı.
Askeri süper bir güç haline dönüştü. Bütün bunlar milli-ulus çıkarların korunması, halkının da birliği-beraberliği sağlaması ve gençliğin kaliteli bir eğitimle eğiltilmesiyle mümkün oldu. Ama bizde din siyasete alet edildi, gençlik medya vasıtasıyla yozlaştırıldı, birlik ve beraberlik bozuldu, demokrasi, çağdaşlık, laiklik ve Atatürkçülük-Kemalizm ” hani rahatlık bazılarına batar ya onun gibi..” bazılarına batıyor veya batmış olmalı ki, ülkemiz İran'a, S.Arabistan'a benzetilmeye hatta batının mandası yapılmaya çalışıyor !..
* * *19 MAYIS 1919, CUMHURİYETİMİZİN DÖNÜM NOKTASIDIRSevgili okuyucular,Bir asıra yakın zaman içinde Atatürk’ün başlattığı hızlı kalkınma ve çağdaşlaşma reformları devam ettirilmedi. Eğer bu devam etseydi, Türkiye bugün ne AB birliğine üyelik için yalvarır duruma düşer, ne de çağdışı cemaat ve tarikatlar hortlar, ne de bir avuç akıl noksanı bölücü grubu ortaya çıkar ne de Atatürk ve kurduğu cumhuriyetin düşmanlarından arta kalan kalıntılar o kutsal T.C. Meclisi’ne girebilirlerdi...19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal Paşa'nın Anadoluyu düşman işgalinden kurtarma amacı ile başlatacağı Kurtuluş Savaşı için Samsun'a ayak bastığı gün olup bugün milli-ulusal bir bayram olarak kutlanmakta.
Ve bugünü, M.Kemal Atatürk çok sevdiği, güvendiği Türk gençliğine bayram olarak armağan etmişti.
……..Birinci Dünya Savaşında Avrupa'nın bir takım ülkeleri birbirleriyle savaştılar. Bu savaşta yanında olduğumuz Almanya ve müttefikleri mağlup olunca biz de mağlup olmuş sayıldık ve Mondros Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldık. Buna antlaşma sonucu İstanbul boğazı işgalcilerin harp gemileriyle doldu.
Fransızlar Adana ve Hatay'a; İngilizler Urfa, Mardin ve Merzifon'a; İtalyanlar Antalya'ya yerleştiler. 15 Mayıs 1919 günü de Yunanlılar İzmir’e ayak bastı. Sonuçta yurdumuz batılılarca paylaşılmaya başladı. Padişah Vahidettin ülkesini ve milletini işgalci düşmanlara teslim edip ailesiyle birlikte bir İngiliz savaş gemisiyle Malta’ya kaçtı.İşte o günlerden bu güne nasıl gelindiğini, kitaplardan çıkarılmak-silinmek istenen Cumhuriyet tarihine bir göz atalım;- Trablusgarp'da Birinci Dünya Savaşı'nda Anafartalar'da düşman güçlerini yenen Mustafa Kemal bu kez yurdumuzu kurtarmak için Anadolu'ya geçmeye karar verdi. 16 Mayıs günü İstanbul’dan Bandırma Vapuru'na bindi. Bu yolculuğu General Hikmet Gerçekçi şöyle anlatıyor:"

Gemidekilerin çoğunu deniz tutmuştu. Kimse kamarasından dışarı çıkamıyordu. Samsun'a az bir yolumuz kalmıştı. Dalgalardan sallanan geminin güvertesinde ellerimle küpeşte demirini tuta tuta yürümeye çalışırken O'nun kamarasından çıktığını gördüm.

Sert bakışlarıyla ufka bir göz gezdirdikten sonra kaptan köşküne çıktılar. Bandırma vapurunda hemen herkesi deniz tutmuştu ama Mustafa Kemal dipdiriydi ve çok sağlıklıydı. Kıyı bir ana baba günü halini aldı. Gemimiz demir atınca coşkun gösteriler yükseldi. Hemen ardından geminin etrafını kayıklar aldı. Halkın bu coşkun gösterisini görünce boğazıma bir şey tıkandı, gözlerim yaşardı. Vapur 19 Mayıs sabahı Samsun Limanına yanaştı. Kemal Paşa ve arkadaşları Samsun'da sevinç gösterileri ile karşılandı."Daha sonra Amasya’ya geçen Mustafa Kemal, burada yayınladığı genelge ile ulusu, ülkenin bütünlüğünü, bağımsızlığını kurtarmak için birlikte çalışmaya çağırdı. İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal Paşa'nın bu çalışmalarından hoşnut değildi. Harbiye Bakanı Mustafa Kemal Paşa'yı İstanbul’a çağırdı.

Bunun üzerine M. Kemal Paşa padişaha telgraf çekerek askerlikten çekildiğini bildirdi. Mustafa Kemal Paşa bundan böyle çalışmalarına sade bir yurttaş olarak devam etti. 4 Eylül günü Sivas’a gitti. Sivas Kongresi'nde " Ya bağımsızlık, Ya ölüm" ilkesi kabul edilerek yurt düşmandan kurtarılıncaya dek savaşmaya and içildi.

Mustafa Kemal Paşa Sivas'tan sonra Ankara'ya geldi 23 Nisan 1920 günü Büyük Millet Meclisi'ni topladı. Meclis başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa düzenli ordular kurdu.Bu ordular düşmanlarla çarpışmaya başladı.Birinci İnönü, ikinci İnönü, Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Savaşı sonunda yurdumuz düşmanlardan kurtarıldı.19 Mayıs 1919 Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başladığı gündür. Bugün aynı zamanda Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'mızdır.” Atatürk bir söyleşi sırasında: "

Ben 19 Mayıs'ta doğdum " demiştir. 19 Mayıs bir yandan Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı öte yandan ülkemizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk'ün doğum yıldönümü olarak törenlerle kutlanır."Bu nedenle 19 Mayıs 1919 tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin dönüm noktalarından biridir. Türk gençliğinin bayramını kutluyor, büyük ATA’mızı da saygı ile anıyorum.* * *ATATÜRK DÜŞMANLIĞININ ÇEŞİTLERİHer geçen gün artan bu rejim ve Atatükçülük-Kemalizm düşmanları için Yazar-Şair Ataol Behramoğlu bir yazısında Atatürk’e düşman olanların çeşitlerini açıklıyor. “
Gelmiş geçmiş bütün devrimciler gibi Atatürk de en başından beri bin bir çeşit düşmanlığın konusu olmuştur “ diyen Behramoğlu bu düşmanları şöyle sıralıyor;“
… Atatürk düşmanlarının kimileri, ya da çoğunluğu, onun adıyla özdeşleşen devrimlerin düşmanlarıdır.

Bunlar gericiler, mürteciler, aydınlanma düşüncesinin düşmanı olan kimseler ve çevrelerdir. Bu gibilerin dün olduğu gibi bugün de sürüsüne bereket.

Bunlar mikrop ya da virüs gibi karanlıklarda, kuytu yerlerde bekleşir; ortamı uygun gördüklerinde ortaya çıkar, sıkıştırıldıklarında yine köşelerine, karanlıklarına çekilerek yeniden ortaya çıkmak için fırsat kollarlar. Bunlara söylenecek söz yoktur. Bunlar açık düşmandırlar. Bir de, ikinci tip düşmanlar vardır. Bu gibilere gerici, mürteci demek her zaman kolay değildir. Yanar döner kişiliklerdir. Dün öyle, bugün böyle, yarın başka türlüdürler. İkinci tip düşmanların çoğu hem okumuş, hem de varlıklı kimselerdir.

Aralarında, Atatürk düşmanlığı prim getirdiği için bu yolu benimsemiş olanlar çoğunluktadır.” * * *BAŞBAKAN ERDOĞAN BAYRAM KUTLAMASINA KATILMIYOR !!!Başbakanlık Basın Merkezinden yapılan 18 Mayıs 2008 tarihli bir açıklamaya göre Başbakan 19 Mayıs kutlamalarına katılmıyor! Nedeni aşağıdaki açıklamada ;
" Gözünde beliren bir sağlık sorunu sebebiyle doktorların ısrarlı istirahat tavsiyesi üzerine Sayın Başbakanımız, yarınki (19 Mayıs) programlarına katılamayacaktır.19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı etkinliklerinde Sayın Başbakanımızı Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek temsil edecektir.
"* * *ŞEHİT GAZETECİ HASAN TAHSİNİ SAYGI İLE ANIYORUZ

Geçtiğimiz 15 Mayıs, İzmir'li gazeteci Hasan Tahsin’in İzmir’i işgal eden Yunan birliklerine ilk kurşunu sıkan ve daha sonra Yunanlılar tarafından şehit edilen bir meslektaşımızdır.

15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkan Yunan birliklerinin işgaline karşı çıkan Hasan Tahsin, tabancasıyla Yunan askerlerinin üzerine kurşun sıkıp bir subayı öldürünce Yunanlıların makineli tüfekle açtıkları ateş sonucu şehit oldu.1888'de Selanik'te doğan Hasan Tahsin, Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde okudu. İzmir'de “ Hukuku Beşer “ adlı bir gazete çıkarıyordu. H. Tahsin’i ve tüm şehitlerimizi saygı ile anıyoruz.

Hulusi ŞENELE.Posta- hulusisenel@yahoo.com...............................................................
SEVDİĞİM SÖZCÜK● “ Milli mücadeleler, şahsî hırsla değil, milli ideal, milli onur ile kazanılır “

Monday, May 19, 2008

19 Mayýs 1919 gunu durum tesbiti...

Mustafa Kemal, ülkeyi kurtarma yolunda ilk adýmýn atýldýðý 19 Mayýs 1919’un öngününü þu sözlerle anlatýyor Nutuk’unda:

“1919 yýlý Mayýsý’nýn 19’uncu günü Samsun’a çýktým.

Ülkenin genel durumu ve görünüþü þöyledir:“Osmanlý Devleti’nin içinde bulunduðu grup, I. Dünya Savaþý’nda yenilmiþ, Osmanlý ordusu her tarafta zedelenmiþ, þartlarý aðýr bir ateþkes anlaþmasý imzalanmýþ.

Büyük Savaþ’ýn uzun yýllarý boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaþý’na sürükleyenler, kendi hayatlarýný kurtarma kaygýsýna düþerek memleketten kaçmýþlar. Saltanat ve hilafet makamýnda oturan Vahdettin soysuzlaþmýþ, þahsýný ve bir de tahtýný koruyabileceðini hayal ettiði alçakça tedbirler araþtýrmakta.

Damat Ferit Paþa’nýn baþkanlýðýndaki hükümet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnýz padiþahýn iradesine boyun eðmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razý.“Ordunun elinden silahlarý ve cephanesi alýnmýþ ve alýnmakta..

.“Ýtilaf Devletleri, ateþkes anlaþmasýnýn hükümlerine uymayý gerekli bulmuyorlar. Birer bahaneyle Ýtilaf donanmalarý ve askerleri Ýstanbul’da. Adana ili Fransýzlar, Urfa, Maraþ, Ayýntap (Gaziantep) Ýngilizler tarafýndan iþgal edilmiþ. Antalya ve Konya’da Ýtalyan askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun’da Ýngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancý subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette.

Nihayet, konuþmamýza baþlangýç olarak aldýðýmýz tarihten dört gün önce, 15 Mayýs 1919’da, Ýtilaf Devletleri’nin uygun bulmasýla Yunan ordusu da Ýzmir’e çýkartýlýyor.
“Bundan baþka, memleketin her tarafýnda Hýristiyan azýnlýklar gizli veya açýktan açýða kendi özel emel ve maksatlarýný gerçekleþtirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalýþýyorlar.
“Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaþýlmýþtýr ki, Ýstanbul Rum Patrikhanesi’nde kurulan Mavri Mira Heyeti, illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantýlarý ve propagandalar yaptýrmakla meþgul.

Yunan Kýzýlhaçý ve Resmi Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Heyeti’nin çalýþmalarýný kolaylaþtýrmakla görevli. Mavri Mira Heyeti tarafýndan yönetilen Rum okullarýnýn izci teþkilatlarý, yirmi yaþýndan yukarý gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluþunu tamamlýyor.

“Ermeni Patriði Zaven Eefendi de, Mavri Mira Heyeti’yle birlikte çalýþýyor. Ermeni hazýrlýðý da týpký Rum hazýrlýðý gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiþ olan ve Ýstanbul’daki merkeze baðlý bulunan Pontus Cemiyeti hiçbir engelle karþýlaþmadan kolaylýkla ve baþarýyla çalýþýyor.”

Saturday, May 17, 2008

19 MAYIS ATATURK'U ANMA VE GENCLIK ve SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN

19 Mayis 1919 tarihinin anlami:
19 Mayis 1919 tarihi Turkiye Cunkuriyeti icin en onemli tarihlerden biridir. 19 Mayis, Turk ulusunun yeniden dogusunun baslangici oldugu gibi, ulusa olan sarsilmaz inancin da bir diger adidir.

Ataturk genclere armagan ettigi ve MilliMucadelenin baslangic tarihi olan 19 Mayis, 1938 yilindan itibaren ‘Genclik ve Spor Bayrami’ olarak kutlanmaktadir.Ataturk’un Samsun’a ayak basisi Turkiye Cumhuriyeti’nintarihindeki onemli olaylardan biridir. Turk Milleti BirinciDünya Savasi sonrasinda kotulesen kosullar icinde kurtulus careleri aramaktaydi. Osmanli Imparatorlugu 17. yuzyilin sonlarindan itibaren parcalanmaya ve Ingiltere, Fransa, Almanya ve Italya gibi devletler tarafindan paylasilmaya baslanmisti.

Mondros Mutarekesi’ni takiben Kasim 1918’de Istanbul’a donusunde Dolmabahce onunde demirlemis isgal kuvvetleri zirhlilarini gordugunde, “Geldikleri gibi giderler” diyen Mustafa Kemal Ataturk, 19 Mayis 1919’da Samsun’a cikarak, her turlu umutsuzluga, yokluga, gucluge ve engele ragmen ulusal kurtulus mucadelemizin mesalesini ateslemistir. Ulu onderimiz Mustafa Kemal Ataturk’un Samsun’a ayak basmasiyla “Kurtulus” harekati baslatilmis oldu.

19 Mayis 1919’da teskilatlanan Turk Istiklal Savasi, milli bagimsizligi eyleme donusturerek, geri kalmisligi, somuruyu yok ederek, toplumu butunuyle gelistirme, tam anlamiyla bagimsizlastirma, cagdaslastirma ve demokratiklestirme amaciyla baslatilmistir.

Mustafa Kemal’in 19 Mayis 1919 da Samsun’a ciktigi gun ustlendigi gorevin asil ruhu, tam bagimsizlikti. Tam bagimsizlik, mali, ekonomik, adli, askeri ve bunlar gibi her konuda bagimsizlik ve ozgurluk demekti. Bunlarin herhangi birinde, bagimsizliktan yoksun olma milletin ve ulkenin gercek anlamda tam bagimsizliktan yoksun olmasi anlamina gelmektedir.Mustafa Kemal, milletinin, ulkesinin ve insaninin yapisini (sosyal psikolojisini) butunuyle kavramakla birlikte dunya sartlarini, bu sartlari olusturan milletlerarasi iliski ve celiskileri iyi bilmekte idi.

Milliyetciydi, basini cektigi, teskilatlandirdigi savas Turk Istiklal Savasiydi.19 Mayis1919 tarihinde baslatilan savas, sadece “Ata Yurdu” denilen ulkeyi ele gecirmek, aralarinda paylasmak isteyen somurgecilere karsi yurutulecek bir savas degildi.

Onlarla birlikte onlarin ulkedeki isbirlikcilerine, milli mucadele ve tam bagimsizlik savasi boyunca butun toplumsal, kulturel, ekonomik engellere ve bu engellerin guclu kesim ve kisilerine karsi yurutulecek bir savasti.19 Mayis 1919, Mustafa Kemal’in milletine guvenerek, inanarak yapacagi isleri “millî bir sir” gibi saklayarak; inanc ve dusuncelerini safha safha gerceklestirmek karariyla goreve atildigi gundur.19 Mayis 1919, yikilan, cok unsurlu bir imparatorluktan yeni, milli bir Turk devletinin hayat bulacagi mumtaz bir tarihtir.

ATATURK'UN GENCLIGE HITABESI
"Ey Turk gencligi ! Birinci vazifen, Turk istiklalini, Turk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve mudafaa etmektir.Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kiymetli hazinendir. Istikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahlarin olacaktir. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atilmak icin, icinde bulunacagin vaziyetin imkan ve seraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve serait, cok namusait bir mahiyette tezahur edebilir. Istiklal ve Cumhuriyetine kastedecek dusmanlar, butun dunyada emsali gorulmemis bir galibiyetin mumessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanin butun kaleleri zaptedilmiş, butun tersanelerine girilmis, butun ordulari dagitilmis ve memleketin her kösesi bilfiil isgal edilmiş olabilir. Butun bu sereitten daha elim ve daha vahim olmak uzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hiyanet icinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, sahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr u zaruret icinde harap ve bitap dusmus olabilir.Ey Turk istikbalinin evladi! Iste, bu ahval ve serait icinde dahi vazifen, Turk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktir! Muhtaç oldugun kudret, damarlarindaki asil kanda mevcuttur!"
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK 20 Ekim 1927

Kaynaklar:1. MİLLÎ MUCADELE İCERİSİNDE “19 MAYIS 1919”Yasar OZUCETİN GAZİ ÜNİVERSİTESİ KIRŞEHİR EĞİTİM FAKÜLTESİ, Cilt 5, Sayi 2,(2004),65-742.

19 MAYIS 1919 TARİHİNİN ANLAMI VE ONEMİUzm. Nese Cetinoglu Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştirma Merkezi uzmani.

Wednesday, April 23, 2008

23 Nisan ULUSAL EGEMENLIK VE COCUK BAYRAMINI KUTLARIZ....

"Bir millet, varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddi güçleriyle alakadar olmazsa, bir millet kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz... Bu sebeple teşkilatımızda milli güçlerin etken ve milli iradenin egemen olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Milli egemenlik..." ATATURK

Tuesday, April 8, 2008

DUYURU: Maygar Barraks - 25 Nisan Safak Toreni

Turklerin Avustralya 'ya ilk goc ettikleri yillarda yerlesim yeri olarak kullandiklari yer olan Maygar Barracks Askeri Kampindaki (Camp rd.) ANZAK GÜNÜ ŞAFAK TÖRENİ 2 5 NİSAN sabah saat 5. 25‘de yapılacakdır.
Maygar Barracks Yetkilileri Turk toplumunu da aralarinda gormekden memnun
olacaklarini bildiriyorlar.
Turk-Avsutralyali toplumuna duyurulur.
AVUSTRALYA-GELİBOLU DOSTLUK DERNEĞİ http://www.ausgallipoli.net/

NOT:
Mustafa Kemal’in askeri deha olarak ve Turkiye Cumhuriyetinin dogum gununun 25 Nisan olarak alginmasi hic de yanlis olmayacakdir. Cunku Anzaklar ilk cikarma yaptiklarinda karsilarinda Mustafa Kemal'i bulmuslardi.

Mustafa Kemal 1915de Osmanli hukumetince tayin edilmis olan, Osmanli ordusunun Genel Kurmay Komutanligini yapan Alman komuntanin (Liman Va Sanders) emrine karsi gelerek ve dahiyane bir sekilde askeri insiyatifini kullarak tumenini (19. tumen) Anzaklarin cikartma yaptigi yer olan Ariburnu’na ( Anzak Koyu) dogru ilerlemelerini engellenmisti ve savanin kazanilmasinda en onemli askeri barari olmustu. O nedenle 25 Nisan gununde Turk-Avustralyali olarak Avustralya vatandasligimizin gerektirdigi sorumlulukla ve ozenle bu gunu hep birlikde anmamiz ve kutlamamiz icin guclu nedenimiz oldugunu dusunmekteyiz.


25 Nisan gunune ait ek Tarihi Bilgiler:
Türk Bağımsızlık Savaşı'nın lideri olarak tarihteki sarsılmaz yerini alan Mustafa Kemal İngiliz savaş tarihinin bile Gelibolu'daki başarısızlıklarının birinci nedeni olarak hakkını vermek zorunda kalmistir ve tarihcileri bunu vurgulamakda sakinca gormezler.

Ancak Mustafa Kemal Atatürk'ün Çanakkale Savaşları'nda gösterdiği askeri kumanda yeteneğine ilişkin Aydınlanma Devrimi karşıtı bir takım araştırmacı veya yazarların değerlendirmelerinde kasıt ve değerini düşük gösterme çabaları göze çarpıyor. Buna verilecek en iyi cevap, savaşın gidişinde Mustafa Kemal'in oynadığı rolü aktarmak olsa gerek...

KARA SAVAŞLARI :
Çanakkale'yi denizden geçemeyeceğini anlayan ve karaya asker çıkararak savunma hatlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen düşman 25 Nisan 1915 günü iki cephede birden çıkarma işlemlerine girişti:

Seddülbahir (Güney) ve Arıburnu cepheleri. a) Seddülbahir (Güney) Cephesi:
Türk askeri bu bölgede açık arazi ve üç taraftan donanma ateşi altında emsalsiz bir savunma savaşı yaptı. Üç gün süren ve hedefi Alçıtepe olan taarruz kırıldı. Düşman, ilk günün sonunda birliklerimizin taarruzu ile geri çekilmek zorunda kaldı. Bu cephede siper muharebeleri devam etti. Karşılıklı çok büyük can kaybı yaşandı. Türk askerinin ölüme meydan okuyan kahramanlıkları, bugün şehitliklerdeki anıt yazılarında okunuyor.

b) Arıburnu ve Anafartalar Cephesi:
Düşmanın Arıburnu-Kabatepe arasında da çıkarma işlemine başladığı 25 Nisan sabahı 9. Tümen Komutanı'nın bildirisiyle anlaşıldı. Çanakkale Savaşları sırasında 25 Nisan 1915 günü Anzak Koyu’na çıkartma yapan Anzaklar, kendisine çekilme emri verildiği halde bu emri dinlemeyen Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından Conkbayırı’nın güney eteklerinde durdurulmuştur. Atatürk, cephanesi biten ve geri çekilmeye başlayan askerleri durdurarak “Kurşununuz yoksa süngünüz var” sözünü burada söylemiştir. Daha sonra 57.Alayı 261 rakımlı bu tepeye doğru hücuma kaldırmıştır.

Akşam saatlerinde de Anzakları dar sahil şeridinde sıkıştırmıştır.

Atatürk bu emri vermeseydi Anzaklar yarımadaya hakim olup Conkbayırı-Kocatepe bölgesini ele geçirip Eceabat’a kadar inecek ve İstanbul yolunu açmış olacaklardı.

Savaş hazırlığı sırasında genel yedek olarak belirlenen 19.Tümen'in Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, derhal ek bilgi istediyse de, düşmanın ileri harekatına ilişkin bilginin hem Kolordu'da, hem de 9. Tümen'de bulunmadığı anlaşıldı. Derhal bir keşif birliğini Arıburnu'na gönderen Mustafa Kemal, "Durumun beklemeye ve zaman kaybetmeye tehammülü yok" diyerek bir piyade alayı ile dağ bataryasını da bölgeye sevketti.


Yarbay Mustafa Kemal, ordunun, hatta imparatorluğun kaderi bakımından önemli ve tarihsel kararını vermişti. "Düşmanın Arıburnu civarındaki ihraç teşebbüsü diğer noktalardaki teşebbüslerinden çok daha ciddidir" cümlesiyle başlayan 6 maddelik emri derhal birliklere gönderildi. Saat 08.10'da 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal başta, alay grubu yürüyüştedir.

Kocaçimen Tepesi'ne uzanan yol öylesine kötüydü ki, kıtayı yormamak ve yol bulmak için ileri gönderilen topçu subaylarını yollarını kaybettiler. Sonunda Mustafa Kemal daha iyi bir görüş sağlamak için Kocaçimen'den Abdalbayırı'na at sürdü. Türk askeri, kalabalık bir düşmanın önünden çekilmekteydi. 27. Alayın 8. Bölüğüne bağlı bu askerleri Mustafa Kemal durdurdu? -


Niçin kaçıyorsunuz? -Efendim, düşman... -Nerede -İşte, diyerek, 261 rakımlı tepeyi gösterdiler...

-Düşmandan kaçılmaz!.. -Cephanemiz kalmadı. -Cephaneniz yoksa, süngünüz var. Süngü taak!... Yat!...


Mustafa Kemal, olayı anlatırken "Kazandığımız an, bu andır" demektedir.

Bu askerlerin korumasında 57. Alay'ı saat 10.00 sıralarında düşmanın kuzey kanadını kuşatacak şekilde taarruza sürdü. Mustafa Kemal, verdiği taarruz emrine, içinde bulunduğu duruma yaraşan şu tarihsel sözleri ekledi: "
Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek süre zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir."

Böylece Conkbayırı kurtarılmış, düşman Kanlısırt'a kadar geri atılmıştı. Anzak kolordusu büyük kayıplar vermiş, ancak gemi topçusunun desteği ile denize dökülmekten kurtulabilmişti. Mayıs ayına gelindiğinde savaş sürüp gidiyordu. Mustafa Kemal'in savaş güdümünde gösterdiği şaşırtıcı başarılar da bu tarihte başladı denilebilir.

Arıburnu savaşları üzerine düşman:

"Ne Liman von sanders, ne de bir başkasının göremediğini o görmüş, Gelibolu Yarımadası'na ancak Conkbayırı ile Kocaçimen'de egemen olunabileceğini o anlamıştı. Müttefikler buraları ele geçirebilselerdi, bütün Boğaz'a egemen olurlar ve 20 kilometrelik bir çevreyi istedikleri gibi top ateşine tutabilirlerdi. Küçük rütbeli ama dahi bir Türk subayının orada bulunması, müttefikler için harbin en büyük talihsizliklerinden biri oldu" demişti.

Mustafa Kemal 1 Haziran tarihinde miralay (albay) oldu. 6 Ağustos'ta düşman çok büyük bir kuvvetle ve denizden aldığı güçlü ateş desteği altında Arıburnu bölgesinde taarruza geçti.

Düşmanın hedefi Kocaçimen ve Maltepe'yi almaktı. Düşman askeri bir miktar ilerleme sağladı. Türkler çekilmek zorunda bırakıldı. Ama ilerleme yerine olduğu yere ileri karakol kurmayı tercih eden İngilizler'in bu hatasından yararlanılamadı. Anafartalar Grup Komutanlığı'nı yürüten Miralay Ahmet Feyzi'nin, komutanlarından gelen askerin yorgun olduğu ve dinlendikten sonra taarruza geçmesi fikrini kabullenmesi nedeniyle 8 ağustos kararsızlıkla geçti.

Böyle olmasa, yapılacak taarruz İngiliz kolordusunun toplu ve tehlikeli durumuna rastlar, büyük başarı sağlanırdı.Bu hata, Ahmet Feyzi'nin görevden alınmasına yol açtı. Yerine Anafartalar Grup komutanı olarak Mustafa Kemal atandı.

Albay Mustafa Kemal şimdi 5 tümene birden komuta ediyordu.9 Ağustos günü tan vakti taarruz emri aldı. Düşman da taarruz için aynı tarihi belirlemişti. Saat 05.00 sıralarında başlayan ve saat 07.40'da kızışan savaşlarda 8 taburluk bir düşman kuvveti mağlup edildi. Anafartalar Grubu'na ilave bir tümen daha verildiğinden, toplam 9 tümenle esasen ordu boyutuna ulaşan bu birlikle ilgili yeni bir emir-komuta düzeni kuruldu.

Mustafa Kemal, bir ordu boyutundaki kuvvete komuta etmekteydi. Ancak karşısındaki düşman sayıca çok üstündü. Yağmurlar, sert bir sonbahar, karşılıklı siper savaşları, gece baskınları, mayın kullanmalar sürdü gitti. İngiliz harp Kabinesi 7 Kasım 1915'de Çanakkale'yi boşaltma kararı verdi. ...


Sunday, March 30, 2008

100 yılda bir yetişen büyük asker Mustafa Kemal’e yenildiğimiz için gurur duyuyoruz...

Çanakkale Savaşları konusunda Yeni Zelandalı diplomat Peter R. D. Withers diyor ki:


"Önce şunu söyleyeyim: Biz Çanakkale’ye gelirken avlanmaya geldik sanıyorduk. Bir macera, bir safari gibi." O zamanki kuşak öyle görüyordu olayı. Hiçbir zaman savaşa gittiklerini düşünmüyorlardı. Bir av partisi gibi görüyorlardı.Sonuçta müthiş bir savaşla karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. Çarpıştık, çok kayıp verdik, yenildik.

Bizi yenen Atatürk, Türkiye’nin modern bir ülke olması için çok şey yaptı.Yeni Zelanda’da Çanakkale’ye gitmek için toplanan insanların amaçları savaşa gitmek değildi. Kafalarda başka şeyler vardı.

Sonuçta dayağı yedik ama Çanakkale bize çok şey kazandırdı. Bu savaştan sonra olgunlaştık, bilinçlendik ve millet olduğumuzun farkına vardık.Türklerle savaşmak bize kimliğimizi kazandırdı. Mustafa Kemal, size olduğu kadar bize de önderlik etti bu konuda. İşte bu nedenle biz kendimizi Türklere ve Türklerin önderi Mustafa Kemal’e çok yakın hissediyoruz. Dünyanın neresinde, yenildikleri için anıt açarlar?



Biz Çanakkale’de yenildik ama hiçbir Yeni Zelandalı çocuk bundan utanç duyarak büyümedi. Çanakkale’de birçok Alman ve Osmanlı paşası vardı. Fakat biz onlara değil, 100 yılda bir yetişen büyük asker Mustafa Kemal’e yenildiğimiz için gurur duyuyoruz."

Thursday, March 20, 2008

Canakkale Zaferi'nin Anlami

Bugun 18 Mart...

Canakkale Zaferi'nin yildonumu...

Ne var ki Canakkale savaslari bir gun degildir; oncesi ve sonrasiyla degerlendirilmesi gereken olaganustu bir surectir.

"Dirilis-Canakkale 1915" adli yapiti yeni cikan Turgut Ozakman kitabin onsozunde diyor ki:

"... Canakkale bir dirilisti, Turk'un geri donusuydu, Milli Mucadele'nin ve Cumhuriyetin habercisi, tac kapisi, arifesiydi, 'Yeni Turkiye' nin onsozuydu... "
*
"Cilgin Turkler" in yazari Ozakman, yarim yuzyillik birikimle uretilmis ve donatilmis basyapitini eski ve yeni kusaklar harmanina sunarken vurguluyor:

"- Eger Canakkale Savasi, bazi ozellikleri olmasaydi, (Birinci Dunya Savasi'ndaki) aci yenilgiler icinde bir teselli olarak kalacak ve huzunle anilacakti. Ama gelecegi kuran buyuk ozellikleri dolayisiyla unutulmaz bir dirilis, yeniden dogus aniti olarak yukseliyor."
*
Canakkale'nin anlami nedir?..
Ingilizlerin basini cektigi Fransizlar ve Anzaklardan olusan dusman ortakligi ne istiyordu?..
Amaci neydi?..

Once Canakkale Bogazi'ni gecmek...

Denizde ya da karada Turkleri yenilgiye ugrattiktan sonra Istanbul'u ele gecirmek...
Istanbul'a el koyduktan sonra da Karadeniz'e cikip Rusya ile birlesmek...
*
Canakkale Zaferi bu tasarimi uc yil geciktirdi.. .
Ingilizler Istanbul'u isgal ederek Bogazlar'i ele gecirdikleri ve Karadeniz'e ciktiklari zaman ise is isten gecmisti...

Rusya'da 1917 ihtilali gerceklesmisti. ..

Canakkale'de adini duyuran Mustafa Kemal , 19 Mayis 1919'da Samsun'a ciktigi zaman, Kurtulus Savasi'nda sirtini dayayabilecegi bir Bolsevik Rusya kurulmustu.. .

Kim bilir?..

Ingilizler Canakkale'yi 1915'te asip Istanbul'u ele gecirselerdi, Moskova'nin yazgisi da degisebilirdi. ..

Ve Anadolu dort yandan kusatilmis olurdu...
*
Mustafa Kemal hem Canakkale savaslarinda, hem Kurtulus Savasi'nda gazilesti, Mustafa Kemallesti.. .
Cumhuriyet devriminde Ataturklesti. ..

Turgut Ozakman diyor ki:
"- Canakkale, Milli Mucadele ve Cumhuriyet, bir buyuk surecin, biri otekine milyonlarca can ve kan damariyla bagli uc buyuk asamasidir.

Bunlari birbirinden ayirmaya, maksatli olarak karsilastirmaya kalkismak, butunlugu parcalamak, gercege ihanet etmektir..."

'Dirilis' bir solukta soluksuz okunacak buyuk bir basyapit...

Okumak ve genclere okutmak, hele bu donemde, kacinilmaz bir gorev icerigi ve niteligi kazaniyor...
http://web.mac.com/ bediinezihoz/ Cumhuriyet/ Ilhan_Selcuk/ Ilhan_Selcuk. html

Tuesday, March 18, 2008

ÇANAKKALE RUHU NEDIR?

Türkiye Cumhuriyeti’nin doğmasında çok önemli bir yere sahip olan Çanakkale Savaşları, Türk Tarihi için olduğu kadar; Dünya Tarihi için de oldukça önemli bir mihenk taşı olarak kabul edilir.

Çanakkale Savaşları’nda, Mehmetçiğin olağan üstü gayret ve bugünkü Ordumuz’un çekirdeğini oluşturan Komutanlar’ın ise büyük bir sabır göstererek ulaştıkları Zafer’in altında yatan en önemli gerçek; Çanakkale Ruhu’dur. Bu nitelik ve özellik, dünyanın başka hiçbir milletinde yoktur.

Çanakkale hakkında bugüne değin, gerek yabancı, gerekse bizim medyamızda çok şeyler yazılmış ve söylenmiştir. Tarihçilerimiz, gerçekleri olabildiğince Türk Ulusu’na sunmaya çalışmışlardır. Ancak, bütün dünyanın saygıyla söz ettiği Çanakkale Savaşları ve Mustafa Kemal komutasındaki Mehmetçiklerin zaferini özetlemek istersek şu gerçekler çıkar önümüze:


Çanakkale; Osmanlı’nın son döneminde, Anadolu topraklarına sahip olabilmek için her türlü insanlık dışı faaliyette bulunabilecek kararlılıkta olan ve gözünü hırs bürümüş emperyalist güçlere, Anadolu Aslanları olarak nitelendirilebilecek Mehmetçiğin indirdiği bir tokattır.

Çanakkale; Anadolu İnsanı için, yeniden dirilişin bir destanıdır.

Çanakkale; İnsan vücudu parçalarının havada uçuştuğu, derelerin adeta kan olup aktığı, toprağın şehit kanıyla ıslandığı, acının ve onurun, vatan ve millet sevgisinin, iman ve inancın, tarihin altın sayfalarına şehitlerin kanıyla yazıldığı, bugünkü ve gelecek nesillerimizin onur duyacakları bir yerdir.

Çanakkale; Henüz açmış çiçek misali Mehmetçikler’in, VATANINI, İNANCINI ve NAMUSUNU koruma kararlılığını, kanlarıyla tarihe yazdıkları bir şeref meydanıdır.

Çanakkale; Tarihin önünde Dik ve Onurlu Duruş’un, nasıl olması gerektiğini bütün dünyaya gösteren kahraman askerlerimizin yüreklerinin, tek bir yürek olarak attığı alandır.

Çanakkale; İnsani Değerlerin ve dolaysıyla Medeniyetin, dünya milletlerine sanki bir ders gibi anlatıldığı, belletildiği ve öğretildiği bir mekandır.

Çanakkale; Vatanımızı, güle oynaya işgale gelen emperyalist ülke askerlerinin, Anadolu Aslanları’ndan derslerini aldıktan sonra, utanç ve ezikliklerinden dolayı başlarını yukarıya kaldıramadan, arkalarına bile bakamadan çekilip gittikleri ve emperyalizmin, Anadolu üzerindeki kirli emellerine ulaşmalarının ilk etapta engellendiği çok önemli bir Vatan toprağıdır.

Çanakkale; Bugünkü Ordumuzun, adeta çekirdeği olarak kabul edilebilecek askerlerimiz ve

birliklerinin, Vatanı ve Ulusu’nun tam bağımsızlığı söz konusu olduğunda, neler yapabileceğinin bir göstergesi ve ispatıdır.

Çanakkale; Dünyadaki bütün mazlum milletlere, Tam Bağımsızlığı kazanmanın nasıl sağlanabileceğinin anlatıldığı bir ulvi mücadelenin resmi adı, destansı anlatımıdır.

Çanakkale; Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru gidilirken, Mustafa Kemal ve Dava Arkadaşları ile Mehmetçiklerin birlikte yazıp, birlikte söyledikleri; bir Şiir’dir, Türkü’dür, Destan’dır, Tam Bağımsızlık Bildirisi’nin adeta başlangıcıdır.

Çanakkale; Halkımızın yüreğinden kopan ve duygularını oldukça net ve temiz bir ifadeyle anlatan Türküler’de ve Ulusal Marşımız’daki dizelerde, bizden önce olduğu gibi, bizden sonra da, nesilden nesile aktarılarak yaşatılacak bir ruhun, bugünkü ifadesiyle Çanakkale Ruhu’nun çelikleşmiş bir ifadesidir.

Çanakkale; Mehmetçiğin, tırnaklarını bir aslan pençesi gibi geçirdiği Vatan topraklarını korumaya çalıştığı, ancak, emperyalist orduları oluşturan İngiliz ve Fransız orduları ile sömürgeleri olan Senegalli, Hintli, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Filistin’deki Musevi askerlerin ise işgal etmek amacıyla geldikleri Anadolu Toprağı’dır.

Çanakkale; Sizlerin Atalarının, bizlerin ise Dedelerimiz’in gırtlak gırtlağa mücadele ettiği Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve bir kısım Müslüman ancak sömürge durumundaki ülke askerleriyle, başka bir çok ülkeye ait askerlerin, şehit Mehmetçikler’le beraber koyun koyuna yattığı, sıcacık, samimi ve sevecen bir Vatan toprağıdır.

Çanakkale; Mustafa Kemal’in, bugün bir deha mahsulü olarak isimlendirebildiğimiz, askeri stratejisini dünyanın öğrenmesine vesile olduğu ve bu stratejinin doğru uygulanması durumunda bir Ulus’un Tam Bağımsızlığa nasıl ulaştığının dillendirildiği bir alandır.

Çanakkale; Mustafa Kemal’in, ATATÜRK olmasına zemin hazırlayan ve O’nu bütün dünyanın tanımasına, bilmesine, öğrenmesine ve önünde saygıyla eğilmesine neden olduğu, Türk Ulusu’nun tam bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı, Türk Ulusu’nun onur savaşıdır.

Çanakkale; Balkan Harbi’nde maneviyatı çökmüş olan Ordu’nun, yeniden öz güvenini elde etmesine, yetiştirdiği ve büyük tecrübeler edinmesine sebep olduğu Subay ve Er kadrosunun beş yıl sonraki Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanmasına esas teşkil eden Tarihi bir gerçektir.

Çanakkale; Türk Milleti’ni, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni kurmaya doğru götüren ve Türk Ulusu’nun Ulusal Marşı’na kavuşmasına sebebiyet veren ve dünyada hiç bir milletin, bir daha sahip olamayacağı, bir Onur’dur…


CENGİZ ÖNAL TARAKÇIOĞLU http://www.mehmetcik.gen.tr/artikel.php?artikel_id=486

Monday, March 17, 2008

Çanakkale Soruları

Çanakkale konusunda sık sık bazı sorular sorulur. Bazı konular adeta fısıltı gazetesi gibi kulaktan kulağa kolayca yayılır. Sonra bunlar üzerinde çeşitli değerlendirmeler yapılır.
İşte bu yazıda(bir yazı daha olacak) en çok sorulanlara cevap aramaya gayret edilmistir:

Çanakkale’de 57. Alayın sancağı Anzakların eline geçti mi?
Çanakkale’de düşmanların eline geçen bir Türk sancağı yoktur. Kitaplarda, sitelerde, hatta tv programlarında Avustralya Melbourne müzesinde olduğu iddia edilen bir yazıya atıf yapılmaktadır. Bu yazıda şunlar yazmaktadır:“Bu alay sancağı Gelibolu savaş alanından getirilmiş ama esir edilememiştir. Çünkü Türk ordusunun milli geleneklerine göre bir alayın sancağı son eri ölmeden teslim edilmez. Bu sancak sonuncu muhafızın da altında ölü olarak yattığı bir ağacın dalına asılı olarak bulunmuştur. Kahramanlık timsali olarak karşınızda duran bu Türk alay sancağını selamlamadan geçmeyiniz.”Efendim, Rahmetli Em.Albay İsmet Sabırlı bu konuda araştırma yaparak Genelkurmaya mektup yazmış ve genelkurmay da sancak ilgili olarak basına şu açıklamayı yapmıştır.“

57. Alaya Çanakkale Muharebeleri’nden sonra 30 Kasım 1915’te V. Reşat’ın iradesiyle altın, gümüş imtiyaz ve harp madalyaları verilmiştir. Bu madalyalar 25 Nisan 1916 tarihinde İstanbul Şile arasında bulunan Çelebi köyünün kuzeydoğusunda toplanan alayın sancağına törenle takılmıştır (Bu tören Şile’den çok Keşan civarında yapılmış olmalıdır, İbilgin). Dolayısıyla alay sancağının Çanakkale Muharebeleri sırasında Avustralyalıların eline geçtiği iddiası doğru değildir.
Bu iddialarla ilgili Melbourne Müzesinin içinde bulunduğu dört müze adına Victoria Eyalet Müzesi tarafından gönderilen cevabi yazıda ellerinde 57. Alaya ait bir sancak bulunmadığı bilgisine ulaşılmıştır.”*Bulut Olayı var mıdır?Çanakkale Muharebelerinin efsanevi olayı da pek çok kişi tarafından anlatıla gelmektedir. Sancak olayında olduğu gibi böyle bir olay da gerçekleşmemiştir. 5. Norfolk taburu (yaklaşık 250 kişi) 10 Ağustos 1915 tarihinde Anafartalar ovasında savaşıyordu. Dört gün önce karaya çıkan birlikler Kurmay Albay Mustafa Kemal Beyin yönettiği birlikler karşısında ilerleyemeyip başarısız olmuşlardı. Bu sebeple saldırı 13 Ağustos’ta yenilecekti. Hızla ilerlenecek ve etraftaki Osmanlı kuvvetleri saf dışı bırakılacaktı. 163. Tugay bu taarruzu yapmakla görevlendirildi. Tugay bünyesindeki 5. Norfolk Taburunun da katıldığı saldırı tam bir hezimetle sonuçlandı. Türk mevzilerinin gerisine düşen Norfolk Taburu bertaraf edilmişti ve cesetleri Türk tarafında kaldı. Kendilerinden uzun süre haber alınamadı.Ancak bu olayın bir efsane haline gelmesinde Başkomutan Ian Hamilton’un etkisi olmalıdır. Çünkü bu taburun esrarengiz bir şekilde geri dönmediğini belirtir.

* Yabancı mezarlıkların statüsü nedir?

Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra Kraliyet Savaş Mezarları Komisyonu Britanyalı ve Avustralyalı birliklerden oluşan bir ekip gönderildi. Bu ekibin görevi gerekli yerlerde incelemelerde bulunarak mezarların ve hala gömülememiş olan cesetlerin yerlerini belirlemekti. Bu komisyon 6 Aralık 1918’de Gelibolu Muharebe alanlarında gerekli incelmeleri başlatır. Mezarlıkları tespit eder. 1919-1926 yıllarında tam 34 tane yabancı mezarlık tamamlanır. Bunu yaparlarken daha önceki anıtlarımızı da yıkmışlardır.
Örnek; Çataldere’deki ve Kanlısırt Cemaldere’deki anıtlar… Bizler ise sembolik mezarlıklar yaparak daha mezarlıklarımızın hepsini düzenleyemedik. Yabancı mezarlıklar Lozan anlaşmasıyla güven altına alınmıştır.

İlgili madde şöyledir:

“Madde 124: 29 Ekim 1914’ten beri savaş alanlarında ya da yaralanmada, kaza, ya da hastalık sonucunda ölen kara ve deniz askerleri ile o günden beri tutsaklık sırasında ölmüş savaş tutsakları ve sivil tutuklarının kendi egemenlikleri altında bulunan topraklar üzerindeki mezarlıklarına, mezarlarına, toplu ceset çukurlarına ve adarlına dikilen anıtlara saygı gösterecek ve onların bakımını yaptıracaktır.”
Yani bu mezarlıklar bir nevi elçilik toprağı gibi telakki edilmelidir. Bazen soruyorlar; “Bu mezarların burada ne işi var? Kaldıralım.” gibi düşünceler hasıl oluyor. Lozan anlaşmasıyla bu tür düşüncelerin gerçekleşmesi mümkün olamıyor… Bu konuda gereksiz hezeyanlara kapılınmamalıdır.
İsmail BİLGİN Sanatalemi.nethttp://www.tarihogretmeni.net/forum/index.php?PHPSESSID=4334b9a7ab7ac1d07e8e84a54d65f143&topic=24758.0